Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

4 Temmuz 2015 Cumartesi

ÇEVRE SORUNUNDA ÇAĞDAŞ YAKLAŞIM VE STRATEJİLER TÜRKİYE İÇİN ÇEVRE POLİTİKALARI

   
ÇEVRE SORUNUNDA 
ÇAĞDAŞ YAKLAŞIM VE    
TÜRKİYE  İÇİN ÇEVRE POLİTİKALARI


Engin ALGÜL

TMMOB Makine Mühendisleri Odası
İstanbul Şubesi  13. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı
İBB Teknik İşler Eski Müdürü
Uzman Bilirkişi



İÇİNDEKİLER

SUNUŞ :

1.ÇEVRE
  
2.ÇEVRE SORUNU  
                                
2.1.ÇEVRE KİRLLİĞİ

2.2.KİRLENME TÜRLERİ

2.2.1.SU KİRLENMESİ
2.2.1.1.Mikrobiyolojik Kirlenme
2.2.1.2.Organik Kirlenme
2.2.1.3.İnorganik Kirlenme
2.2.1.4.Ötrafikasyon
2.2.1.5. Petrol ve Petrol Ürünleri Kirlenmesi
2.2.1.6.Isısal Kirlenme

2.2.2.HAVA KİRLİLİĞİ VE KÜRESEL ISINMA
2.2.2.1.Sanayiden Kaynaklanan  Kirlenme
2.2.2.2.Enerji Sektöründen  Kaynaklanan Kirlenme
2.2.2.3.Isınmadan Kaynaklanan  Kirlenme
      2.2.2.4.Ulaşım ve Trafik den Kaynaklanan Kirlenme
      2.2.2.5.Küresel Isınma
      2.2.2.5.1. Küresel Isınmanın Nedenleri
      2.2.2.5.2. Küresel Isınmanın Günümüzde Görülen Sonuçları
      2.2.2.5.3. Küresel Isınmanın Gelecekteki Etkileri
      2.2.2.5.4. Küresel Isınmanın Gelecekte Türkiye’de  Etkileri
      2.2.2.5.5. Türkiye’de Sera Gazı Emisyonu
      2.2.2.5.6. Kyoto Protokolu           
      2.2.2.5.7. Küresel Isınmaya Karşı Önlemler

      2.2.3.TOPRAK KİRLİLİĞİ

      2.2.4.KATI ATIK  KİRLİLİĞİ
2.2.4.1.Evlerden Kaynaklanan Atıklar
2.2.4.2.Ticarethaneler den Kaynaklanan Atıklar
2.2.4.3.Yeşil Alanlardan Kaynaklanan Bitkisel Atıklar            
2.2.4.4.Sanayiden Kaynaklanan Katı Atıklar
2.2.4.4.1.Üretim Sırasında Ortaya Çıkan Atıklar
2.2.4.4.2. Ambalajlardan Kaynaklanan Atıklar
                       2.2.4.5.Dış Kaynaklı Sanayi Katı Atıklar

                       2.2.5.TEHLİKELİ ATIKLAR

                      2.2.6.GÜRÜLTÜ KİRLİLİĞİ  

2.2.7.ELEKTROMANĞTİK ALAN KİRLİLİĞİ
2.2.7.1. MANYETİK ALAN NEDİR NASIL OLUŞUR ?
2.2.7.2. ELEKTRO MANYETİK ALAN VE  KİRLİLİĞİ   
2.2.7.3. ELEKTROMANYETİK  ALAN (EM) KAYNAKLARI 
2.2.7.3.1.DOĞAL EM KAYNAKLARI
2.2.7.3.2.DOĞAL OLMAYAN EM KAYNAKLARI
2.2.7.4.ELEKTROMANYETİK DALGA  VE TÜRLERİ
2.2.7.5. MANYETİK ALANIN SAĞLIK ÜZERİNDE  ETKİLERİ
2.2.7.5.1. MANYETİK ALANININ SAĞLIK ÜZERİNDE OLUMLU ETKİLER

2.2.7.5.2. MANYETİK ALANININ SAĞLIK ÜZERİNDE OLUMSUZ ETKİLERİ
2.2.7.5.2.1.CEP TELEFONUNUN SAĞLIK ÜZERİNDE  OLUMSUZ  ETKİLERİ 
2.2.7.6.ELEKTRO MANYETİK ALAN KİRLİLİĞİNE KARŞI ALINACAK ÖNLEMLER

3.ÇEVRE MEVZUATI

3.1.  ULUSAL MEVZUAT
3.1.1 “ANA YASA”  (md 56, md 63, md 169)
3.1.2. YASAL DÜZENLEMELER
3.1.2.1. “2872 Sayılı Çevre Kanunu”
3.1.2.2. “2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu”
3.1.2..3. “2960 Sayılı Boğaziçi Kanunu”

3.2. AB MÜKTESEBATI

3.3. ULUSLAR ARASI SÖZLEŞME VE PROTKOLLER
3.3.1 Ramsar Sulak Alanlar Sözleşmesi (1971)                                                                                
3.3.2.Avrupa Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi (1979- Bern)                 
3.3.3.Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (1992-RİO)
3.3.4.Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme (1972-Paris)    
3.3.5 Avrupa Kentsel Şartı (1992-STRASBURG)

4.ÇAĞDAŞ ÇEVRE YAKLAŞIMLARI VE STRATEJİLERİ

4.1.YAŞAMIN NİTELİĞİ VE GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILA

4.2.ÇEVRE SORUNUNDA İKTİSADİ YAKLAŞIM

  4.2.1.KAYNAK DAĞILIMI SORUNU OLARAK ÇEVRE

  4.2.2.SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA

  4.3.NÜFUS VE KENTLEŞME

          4.3.1.NÜFUS

                       4.3.2.AİLE PLANLAMASI

                       4.4.DOĞAL KAYNAKLAR

                       4.5.ENERJİ

                       4.6.SORUNUN ULUSLAR ARASI BOYUTLARI

                       4.6.1.DÜNYA ÖLÇEĞİNDE SORUN

                         4.6.2.ULUSLAR ARASI İŞBİRLİĞİ

                         4.6.3.  VARSILAR-YOKSULLAR BOYUTU

5.TÜRKİYE İÇİN ÇEVRE POLİTİKALARI

5.1.ÇEVRE  BİLİNCİ KAZANDIRMA EĞİTİMİ

  5.1.1.TEMEL EĞİTİM

5.1.3.HALK EĞİTİMİ
  
   5.2.EKONOMİYLE BÜTÜNLEŞTİRİLMİŞ ÇEVRE
   5.2.1.ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ
                   5.2.2.ÇEVRE ANA PLANLARI VE PROGRAMLARI

                             5.2.3.ÇEVRE PROGRAMLARININ KALKINMA PLANLARI İLE  BÜTÜNLEŞTİRİLMESİ 

                             5.3.KURUMSAL YAPI İLE İLGİLİ DÜZENLEMELE                          

                             5.4.DOĞAL KAYNAKLAR

               5.4.1.BİTKİ VE HAYVAN VARLIĞI
               5.4.1.1.Tür Koruması
               5.4.1.2.Alan Koruması

   5.4.2.TARIM TOPRAKLARI

               5.4.3.ORMANLAR

     5.4.4.SU KAYNAKLARI

               5.4.5.MADENLER
               5.4.5.1.Üretim Aşamasında Alınacak Önlemler
       5.4.5.2. Kullanım Aşamasında  Alınacak Önlemler

       5.5.ENERJİ
                        
                  5.5.1. KISA DÖNEM İÇİN ALINACAK ÖNLEMLER

            5.5.2. UZUN DÖNEM İÇİN ALINACAK ÖNLEMLER

                  5.6.ÇEVRE MEVZUATI VE UYGULAMALAR

                  5.6.1. YASALAR-YÖNETMELIKLER

                  5.6.2. UYGULAMALAR    
  
                  5.7.ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER

SUNUŞ :

Sağlıklı bir toplumsal yapının temel koşulu, güvenli insan ilişkileri ve
Gelir dağılımında eşitliğin yanında doğal, kültürel ve estetik çevrenin korunmasıdır.

Çevre sorunu; daha iyi bir çevre ile daha çok üretim, yâda bugünkü kuşakların gereksinimleri ile gelecektekilerin gereksinimleri arsında bir karar verme sonucudur.       
                     
Ulusal kaynakların ülke çıkarlarına uygun değerlendirilememesi ve çevre duyarsızlığının, uluslar arası alanda ki işbirliği ve barışçıl diyalog eksikliği ile birleşmesi; Çevre Sorunlarının tehlikeli boyutlara ulaşmasına neden olmaktadır.  

Gerekli önlemlerin zamanında alınmaması, sorunun çözümünü her geçen gün daha da zorlaştıracaktır. Bu amaçla ayrılacak kaynaklar, toplumun refah ve mutluluğunu engelleyecektir.

Özellikle günümüzün gelişme sürecindeki ülkelerinin; bu türden yapacakları harcamalar tutarı, silahlanma amaçlı ayrılan kaynaklarla boy ölçüşebilecek duruma gelebilecek olması, konunun nedenli öneme haiz olduğunu göstermektedir.

Bu çalışmada, Çevre Sorunları genel bir bakış açısı ile incelenmiş, gerek ulusal gerekse   uluslar arası kaynaklı (nedenli) sorunun çözümü için; bilim ve teknolojideki olağanüstü gelişmeler ve ekonomilerin uluslar arası araştırılması göz önünde tutularak; Çağdaş Çevre yaklaşım ve anlayışıyla, oluşturulabilecek Strateji ve Politikalara değinilmiştir.

1.ÇEVRE

Bireyin ve toplumun fiziksel, biyolojik, sosyal-psikolojik, sosyal-ekonomik ve kültürel yaşamını etkileyen tüm etmenleri ÇEVRE olarak tanımlamamız mümkündür. Ekoloji ve Çevre Bilim yönünden çevreyi Doğal ve Yapay Çevre olarak sınıflandırabiliriz.

Doğal Çevre :Doğa güç ve etkilerinin oluşturduğu, insan faaliyetlerinin henüz etkileyip değiştiremediği çevredir.

Yapay Çevre: Birey veya toplumun kendi gereksinimlerini karşılayabilmek için doğal kaynakları kullanmaları, teknolojiler geliştirerek ekonomik değerde ürünler meydana getirmeleri ve bu ürünlerin üretimi, tüketimi veya tüketimi sonrasında meydana getirdikleri atıklar ile Doğal Çevrenin yapısında oluşan  değişiklerle meydana gelen çevreye Yapay Çevre denir.

2.1.ÇEVRE KİRLİLİĞİ

İnsanların her türlü faaliyetleri sonucu havada, suda ve toprakta meydana gelen olumsuz gelişmelerle ekolojik dengenin bozulması ve aynı faaliyetler sonucu ortaya çıkan koku, gürültü ve atıkların çevrede meydana getirdiği arzu edilmeyen oluşumlara Çevre Kirliliği denir.

Ekolojik olarak ;Doğadaki dengeyi bozabilecek her hareket sonucu  ortaya çıkan oluşumların tamamı Çevre Kirliği’dir.
Mühendislik yönünden ;Doğal kaynakların kullanım amacı ile, doğanın su, hava ve toprak kalitesinde yapılan değişiklikler sonucu ortaya çıkan, kısa ve uzun vadede insan yaşamını ;biyolojik,sosyal-psikolojik,sosyal-ekonomik ve kültürel yönden tehdit eden oluşumların tamamını Çevre Kirliliği olarak tanımlamak mümkündür.

2.2.KİRLENME TÜRLERİ

Doğa ve insan yaşamı için tehdit oluşturan kirlenme türleri aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir.

2.2.1.SU KİRLENMESİ
Sanayiden kaynaklanan atık sular; sanayinin türüne bağlı olarak çevrede yaptığı fiziksel değişiklikler yanında, alıcı ortamın oksijenin tamamının tükenmesine ve toksin olmaları nedeniyle canlıların tamamen yok olmasına neden olmaktadır.
“Kent içi Ulaşım” araçlarının atmosfere saldığı kükürt dioksit, azot dioksit ve partiküller; “asit yağmuru” şeklinde yeryüzüne geri dönerek, kentin su toplama havzaları ve barajlarındaki suların yaş ve kuru çökeltme yoluyla kirlenmesine neden olmaktadır.

Ülkemizde bir taraftan su kullanımı hızla artarken, diğer taraftan tüketimi hızla artan içme ve sanayi suyunun, özellikle yüzeysel kaynaklarına kirli su olarak dönmesi dikkat çekicidir.
"Su Kaynaklar" ve "Sulak Alanlar" ın kirliliği giderek artmaktadır.
Hızlı kentleşme; kentlere su sağlanmasını zorlaştırmakta ve yüzeysel kaynakların daha çok kullanılmasını zorlamaktadır.
Suyun stratejik değeri giderek artmaktadır.
·
Su kirlenmesi aşağıda belirtilen çeşitlilikler arz etmektedir .

2.2.1.1.Mikrobiyolojik Kirlenme

Et endüstrisi ve evsel atıklardan kaynaklanan bu tür kirlenme sonucunda ;atık suların içinde bulunan bağırsak orijinli patojen mikroorganizmalar,bulundukları alıcı ortamlardaki yoğunluklarına bağlı olarak, halk sağlığını önemli ölçüde tehdit etmektedir.Mikroorganizmalar; atıldıkları alıcı ortam şartlarına uyamamaları ve fiziksel,kimyasal, biyolojik olaylar nedeni ile ;ölmekte,yok olmakta veya etkisiz kalmakta iseler de ;kirlenmenin  yoğunluğuşması için ,alıcı ortamın fiziksel ve kimyasal özelliklerine bağlı olarak değişen, zamana ihtiyaç vardır.
Söz konusu bu sürenin, bilimsel olarak hesaplanma olanağı vardır

2.2.1.2.Organik Kirlenme

Evsel ve endüstriyel atık suların, hayvan, bitki, ve tarımsal atıkların alıcı ortam 
sularına karışmasından meydana gelen organik kirlenme ; suda bulunan oksijen   miktarının azalmasına neden olmaktadır Yüzeysel sulardaki oksijen miktarının
(4mg/lt) altına düşmesi bir çok balık türünün ölmesine neden olmaktadır. Organik kirleticilerin çok fazla olduğu durumlarda aeorot bakteriler, alıcı ortam su içindeki organik maddeleri parçalayıp ayrıştırırken oksijeni tüketir ve anaerobik veya septik durumlar meydana getirirler Bu şartlar altında biyolojik ayrışım anaerobik bakteriler tarafından sürdürülür.

                    2.2.1.3.İnorganik Kirlenme

Çeşitli endüstriyel atık sularda bulunan Demir (Fe), Manganez   (Mn), Klor (Cl),Azot(N), Fosfor (P) gibi bir çok  madde, inorganik kirlenmeye neden olur. Bu maddelerin her birinin çevreye etkisi farklıdır Fenol (C5H6OH), Arsenik (As), Siyanür, Kadmiyum (Cd), Krom (Cr)  gibi, su ürünlerinin bünyesinde birikerek, gıda maddeleri olarak  tüketimleri esnasında insan sağlığını doğrudan tehdit ederler . İnorganik kirlenmeye neden olan,çok farklı karmaşık yapıda ve çevresel etkiye sahip bu tür maddeler, alıcı ortamda yok olmadan biriktikleri için, gittikçe artan bir kirlilik meydana getirirler . Bunları doğada kararsız hale getirmenin yolu çökeltme ve seyreltmedir.

2.2.1.4.Ötrofikasyon
Yapay ve doğal gübrelerden , sentetik deterjan üretiminden kaynaklanan atık sulardaki Fosfat miktarı; sucul hayat için bulunması gereken miktardan fazla olması, yüzeysel sularda aşırı bitki üreyerek “Ötrof” ortamlar oluşur. Ötrofikasyon  olayı, yüzeysel sularda estetik kirlenmeye ve oksijen azalmasına neden  olur.

2.2.1.5.Petrol ve Petrol Ürünleri Kirlenmesi

Tanker ve boru hatları ile taşınan petrolün sızması, rafineri  ve tanker kazaları sonucu meydana gelen bu tür kirlenmenin boyutu, genellikle petrol ile kaplanan alanların büyüklüğü ile ölçülmektedir .Petrol ve türevlerinin yoğunluğunun, deniz suyu yoğunluğundan ortalama % 10 daha az olması nedeniyle, su yüzeyinde kalan maddelerin, sahile vuruncaya değin bu konumlarını muhafaza edebileceklerini düşünsek de, gerçekte durum böyle değildir .

Bu tür ürünlerinin uçucu kısımlarının buharlaşmasından dolayı, hacimleri azalır ve geri kalan kısım  emülsiyon proseslerine tabi tutularak suya karışır ve foto oksidasyon ve oksidasyon sonucu ayrışır.

Böylece petrol ve türevlerinin, denize dökülmelerinden birkaç ay sonra hacim olarak % 85 i azalır, kalan kısım siyah yoğun katranımsı bir madde olarak dibe çöker veya sahile vurur.

Petrol ürünlerinin kıyıya yakın yerlerde denize akması halinde ;yukarda anlatılan reaksiyonların tamamlanması için yeterli zaman olmadığından , kıyıya sürüklenirler ve değdikleri yüzeylerin üzerinde yapışkan bir tabaka oluştururlar .

Petrol ürünleri toksin olup, düşük kaynama noktalarına sahip bazı bileşiklerin sularda canlıların bir kısmına, anestetik ve narkotik etkileri vardır.Ayrıca kanserojen içermektedirler .

Petrol ve türevleri bu anlatılanların dışında aşağıdaki olumsuz etkilere  de sahiptirler

A-)Petrol ve türevlerinin,suların yüzeyinde meydana getirdikleri tabakalar ;   
a-)Işık geçirgenliğini engelleyerek, ortamdaki bitkisel hayatın foto sentez olayını engellerler .
b-)Oksijen transferinin engellenmesi nedeniyle alt tabakalardaki canlıların yaşamsal faaliyetleri için gerekli su içindeki çözünmüş oksijen miktarını azaltırlar
c-)Dalıcı ve yüzücü kuşların; tüylerinin birbirine yapışarak, uçma yeteneklerinin ve soğuğa karşı olan dirençlerinin azalmasına, giderek kaybolmasına neden olurlar .

B-)Petrol ürünlerinin dibe çöken kısmı bu bölümde yaşayan canlıları olumsuz olarak etkiler.

2.2.1.6.Isısal Kirlenme
                                                                                        
Isısal Kirlenme, alıcı ortamda ki doğal sıcaklığı değiştirerek ekolojik dengeyi bozan kirlenmedir.Ana kaynağı, termik santraller ve endüstri nün  soğutma sularıdır.Alıcı ortama sıcaklığı farklı olan atık suların deşarj edilmesi aşağıdaki etkilenmelere neden olur.

A-)Ekolojik Etkiler
Su sıcaklığının artması, plankton ve deniz dibi canlılarının çoğalma hızın da etkili olarak sudaki canlıların  metabolizma hızının ve dolayısıyla yaşamlarını değişikliğe uğramasına neden olur.Örneğin mavi- yeşil algler in hızla çoğalması bu tür istenmeyen bir durumdur.

B-)Su Kalitesine Etkiler
Sıcaklığın artması, suyun oksijene doygunluk seviyesini düşürürken, canlıların metabolizma hızındaki değişiklik,oksijen kullanımını (tüketimi) arttırarak anaerobik şartlara daha hızlı varılmasına neden olur.

C-)Sedimantasyon Etkiler
Sıcaklığın artmasına bağlı olarak suyun içinde bulunan katı parçacıkların çökelme hızının artması deniz dibi kompozisyonun değişmesine neden olur

Su kirliliği açısından kısa dönemde yapılması gerekenleri aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz.
a) Her türlü planlama ve denetim güvenirliği açısından sağlıklı / sürekli veriler gereklidir. Bu nedenle DSİ veya TÜBİTAK bünyesinde bir veri bankası kurulmalıdır.
b) Özellikle sanayi tesislerinin yer seçiminde; su sağlanması kadar, oluşacak atık sanayi sularının etkisinin de ne olacağını kestirmek de çok önemlidir. Her türlü su kaynağının planlamasında sanayi nin bu etkisi çok dikkatle gözetilmelidir.
c) Türkiye sularının kalite haritası hazırlanmalı ve sürekli güncelleştirilmelidir.
d) Sanayi tesislerinin atık sularını arıtmadan alıcı ortamlara geri verilmesi önlenmelidir.
Bu nedenle sanayi kuruluşları ;
· *Kendi atık sularını tekrar kullanmaya
· *İkinci kalite suları süreçlerinde kullanmaya
· *Daha az su tüketen teknolojik süreçlere
Yönlendirilmelidir
e) Başta İstanbul, İzmir, Kocaeli ve Adana olmak üzere tüm kentlerimizde sanayi ve evsel atık sularının su kaynaklarına karıştığı yerlerde; atık sular ön ve biyolojik arıtmaya tabi tutulmalıdır. Arıtılmış suların, sulamada / sanayide kullanımı, farklı fiyat uygulamaları ile önceleri özendirilmeli daha sonra da zorunlu hale getirilmelidir.


2.2.2.HAVA KİRLİLİĞİ VE KÜRESEL ISINMA

Bilimsel olarak, hava kirliliği ; toz,kül,is,duman,sis,buhar,gaz v.s.gibi,insana ve doğadaki diğer canlı,cansız varlıklara zarar veren atmosferdeki tüm kirleticilerin varlığı olarak tanımlanabilir.

Yakın Çevredeki,yakma sistemlerinden oluşan “Birincil Kirleticiler” ile Uzak çevrede     oluşan “İkinci Kirleticiler” in toplamı bir bölgede  ki “Hava  Kirliliğini”  oluşturur.
Dünyada zaman,zaman ölümcül boyutlara ulaşan hava kirliliğinin ülkemizdeki önemi,su ve toprak kirliliğine nazaran yeni kavranmıştır.

·         Konut
·         Sanayi
·         Enerji
·         Ulaşım ( Bkz : http://ulasimkaynaklicevresorunu.blogspot.com/ )
sektöründe kullanılan yakıtlar ve bunların yakma   sistemleri aracılığıyla oluşan emisyonlar ,hava kirliliğini oluşturan en önemli faktördür. 
Atmosfer kirleticilerinin en önemlilerini
·         Co veCo2  (Karbon monoksit ve Karbon dioksit)
·         Hidrokarbon lar ve bunlardan türeyen Aldehit ve Keton lar
·         Azot oksitleri No ve No2
·         Oksidan lar (O3 ,PAN,Peroksitler)
·         Yapısında halojen (Cl) bulunanlar
·         Yapısında kükürt bulunanlar teşkil eder.     
            (So2,H2S,So3,H2So4)                                                           

Tozlardan gazlara atmosfer kirleticilerini oluşturan en önemli iki kaynak; “Sanayi” ve
Ulaşım” dır. Ulaşım dan gelen kirlilik, Sanayi,Enerji ve Isınma dan gelen
kirlilikler  toplamından daha fazladır.
Örneğin ABD verilerine göre, orijinleri itibarıyla hava kirliliği oranları şöyledir.
·                     Ulaşım  % 60  (Bkz: http://ulasimkaynaklicevresorunu.blogspot.com )
·                     Sanayi  % 17
·                     Enerji    %14
·                     Isınma  %  9                                                                                                  
Ulaşım dan gelen kirlilik,trafik teki taşıt egzozgazlarının oluşturduğu kirliliktir.
Taşıtların oluşturduğu kirlilik;
·   Taşıtların cinsine bağlı olarak yakma sisteminin özelliğine
·   Sıyırma ve filtre sistemlerinin özelliklerine
·   Taşıtların yaşına ve bakım koşullarına
·   Kullanım yeri ve o andaki meteorolojik koşullara
·   Alışkanlıklara
bağlıdır.

Kalitesiz yakıtların kullanılmasından ve tam yanmanın geçekleşmemesinden atmosfere salınan kükürt dioksit, azot dioksit ve partiküllerin oluşturduğu asit yağmurları, canlıları ve kültürel varlıkları olumsuz yönde etkilemesi yanında ileriki aşamalarda, karasal yapı ve suların yaş ve kuru çökeltme yoluyla kirlenmesine neden olur ki, bu da bir çevre kirliliğidir.

Günümüzde Kent içi Ulaşım sorunu, trafikteki araç hızlarının düşmesi ve duraklamalara bağlı olarak egzozlar aracılığıyla atmosfere salınan karbon monoksit (Co) miktarı artar. Gerek atmosferdeki karbon monoksit (Co) gerekse Ozon tarafından oksitlenerek kuvvetli bir zehir haline dönüşen Aldehitlerin,öncelikle insan sağlığı üzerinde ölümcül sonuçlara varabilen etkileri, konunun nedenli bir öneme haiz olduğunu  göstermektedir.
            
Enerji tesislerinden çevreye yayılan ısı,atmosferde sera etkisine yol açan karbon dioksit gazının artmasına neden olmaktadır.

Karbon monoksit (Co) ve  Kurşun (Pb) ,Çinko (Zn) ,Kadmiyum (Cd) gibi ağır metaller, Hidrojen klorür ve Hidrokarbonlar ikinci derece hava kirleticileridir.

Birçok kirlilik şeklinde olduğu gibi,Hava Kirliliği de siyasi sınır tanımaz, meteorolojik koşullar yardımıyla oluştuğu ortamdan çok uzak mesafeler de etkili olur.  

2.2.2.5. KÜRESEL ISINMA

Bilindiği üzere, Havadaki diğer gazlardan daha ağır olmaları nedeniyle yeryüzüne daha yakın bulunan   karbondioksit gazı (CO2) ile türevleri diğer gazlar ve tozlarla birleşerek belirli bir yükseklikte yeni bir kitlenin oluşmasına yol açmaktadır.

Güneşle dünya arasına giren bu yapay tabaka enerji döngüsünü ve dengesini bozarak yeryüzündeki iklim koşullarını değiştirmektedir.

Bunun iki temel sonucu vardır: yeryüzüne gelen ışınların atmosfere yansıması yapay tabaka nedeniyle engellenmekte ve dünya ısısı artmakta ya da yatay tabak nedeniyle dünyaya daha az güneş enerjisi gelerek dünya ısısı soğumaktadır.  Bir başka değişle    güneşten gelen ışımanın (Radyasyonun)  dünyaya çarpıp yansıdıktan sonra ,bir yandan  uzaya gidişini engellemekte ve diğer yandan da  bu ışımadaki  ısıyı soğutarak yerkürenin ısınmasına yol açmaktadır.
Bu nedenle yeryüzündeki kara parçaları ve denizler canlıların yaşamasına olanak verecek şekilde ısınmaktadır. İşte bu etkiye “SERA  ETKİSİ” diyoruz.
Küresel Isınma ise bu sera etkisinin artışı demektir.
Bu etkinin artışı çeşitli şekillerde olmakla birlikte bizi ilgilendiren en büyük etken, atmosfere salınan Karbon türevi ve   “Sera Gazları” dır.
Bugün için bilim çevrelerinde küresel ısınmada başrol; atmosferdeki karbondioksit oranının artmasına bağlanmaktadır.
Her ne kadar atmosferdeki karbondioksit; yeşil bitkilerin fotosentez olayında ve litosfer yüzeyinde suda çözünmesiyle, atmosferden çekilmekte ise de, bu mekanizmaların kapasitesinin üzerinde karbondioksit salınımı, dünyamız üzerinde sera etkisi yaratmaktadır.
Sera gazları dolayısıyla gezegen yüzeyindeki ortalama ısının artması, buharlaşmanın artmasına yol açar. Bu ise atmosferde daha fazla su buharı, yani bulut oluşmasına yol açar.
Bulutlar, güneşten gelen radyasyonun bir bölümünü dış uzaya yansıtırken bir bölümünü soğurarak ısınırlar, bir bölümünü de yeryüzüne geçirirler.
Litosfer ve hidrosfere ulaşan bu radyasyonun da bir bölümü soğurularak ısınmaya yol açarken bir bölümü dış uzaya yansır.
Dış uzaya yansıyan radyasyon yeniden bulut kütlesi ile karşılaştığında, aynı olaylar yaşanır, yansıtılır, soğutulur, dış uzaya kaçar.
Bu mekanizma, su buharı dışındaki sera gazlarının atmosferde artması sonucu bulutların sera etkisini artırmakta, küresel ısınmaya yeni bir katkıya yol açmaktadır.
Su buharı ; diğer sera gazlarından farklı olarak güneşten gelen radyasyonun şiddetine ve gezegenin ortalama ısısına göre sabit olan bağlı bir değişkendir. Dolayısıyla küresel ısınma konusunda pasif etkiye sahiptir.
Karbon Dioksit (CO2) , Metan (CH4), Diazotmonoksit (N2O) , Kloro-floro-karbon       (CHC-11) , Hidro-floro-karbon-23 (HFC-23) , Perfloro-metan (CF4)                                İnsan etkinlikleriyle olusan temel sera gazlarıdır.
Küresel ısınma; son 50 yıldır saptanabilir duruma gelmiş ve önem kazanmıştır. Dünya'nın atmosfere yakın yüzeyinin ortalama sıcaklığı 20. yüzyılda 0,6 (± 0,2) °C artmıştır.
İklim değişimi üzerindeki yaygın bilimsel görüş, "son 50 yılda sıcaklık artışının insan hayatı üzerinde fark edilebilir etkiler oluşturduğu" yönündedir.

2.2.2.5.1. KÜRESEL ISINIMANIN NEDENLERİ

·      Doğaya salınan sera gazı miktarının artmış olması
Bugün için bilim çevrelerinde küresel ısınmada başrol; atmosferdeki karbondioksit oranının artmasına bağlanmaktadır
Karbondioksit ; yoğun volkanik etkinlik sonucu ya da insanlar tarafından fosil yakıtların yakılmasıyla yoğun olarak atmosfere salınabilir.
İnsan gibi pek çok canlı da yine havadan aldığı Oksijeni (O2) solunum organlarında Karbon ile birleştirip Karbon Dioksit (CO2) olarak atmosfere salmaktadır.
Karbon (C)  elementi ve türevleri hemen hemen bütün canlıların yapısında,atıklarında  bulunmakta  ve  yaşam süresi sona ermiş bulunan canlılar (fosiller) bile bu elementi taşımaktadırlar. Kömür, petrol gibi yer altı kaynakları da birer fosilleşmiş yakıt ve enerji türleridirler.

1750’lerde başladığı kabul edilen Sanayi Devrimi ile birlikte kömür ve petrol gibi yakıt ve enerji hammaddelerinin kullanımı da yaygınlaşmış, 20. yüzyıl sonlarında ise en üst düzeye ulaşmıştır. Ayrıca elektrik enerjisinin insan kullanımına sunuluşu ile elektrik santralleri de kömür, petrol ve doğal gaza dayalı olarak yapılmağa başlanmış, bu süreç sonucunda doğaya oldukça büyük miktarda karbon gazı salınmıştır.

Son yıllarda yine Metan ve Kloro-Floro Karbon gazı üreten aygıtlar icat edilmiş ve bilinçsizce kullanılmıştır. Buzdolabı, kuru temizleme makinaları, tıraş köpüğü ve koku giderici -deodorant sprey denilen- fıs-fıslar ise bir kâbus gibi atmosfere salınan sera gazları etkisinin artışına yol açmıştır.

Bu etki şu anda bile öyle büyük boyutlardadır ki, bilim adamlarına göre son 10.000 yıldaki sıcaklık artışı yalnızca 2 derece olduğu halde, 20. yüzyılda 2-4 derece ısı artışı olmuştur. Gerekli önlemler alınmaz ise 21. yüzyıl sonunda ise bu artışın 1.1 ile 6.4 dereceye kadar ulaşacağı öngörülmektedir.  

·      Yeryüzü  ormanlarının tahrip edilmiş olması.
Yeryüzündeki ormanlar ve bitki örtüsü Küresel Isınıma karşı önemli bir sigorta görevi üstlenmiştir. Bitkiler atmosferde bulunan Karbon gazını emerek büyümekte, hattâ yerine Oksijen gazı üretmektedirler. Böylece hem hava temizlenmekte, hem insanlar ve diğer canlıların solunumu kolaylaştırılmakta, hem de Küresel Isınım süreci geciktirilmektedir.

Dünyanın akciğerleri olan ve yaşamın en önemli kaynaklarından biri olan ormanların tarım ve yerleşime açılması veya global ısınma sonucu yangınlarla yok olması iklim değişikliklerini hızlandırmakta ve eko-sistemi geridöndürülemez bir biçimde yok etmektedir.

Son 200-300 yılda  dünyadaki ormanlar ve bitki örtüsü (Flora) önemli ölçüde azalmıştır. Bunun en büyük nedeni de yine insanların verdiği zararlardır. Önceleri yalnızca ısınmak ve mobilya türü eşyalar yapmak için ağaçlar kesilirken daha sonraları nüfusun da hızlı artışıyla ekilecek arazi elde etmek, yerleşim birimleri ve fabrikalar kurmak için ağaç ve orman tahribatı hızlanmıştır. Bu da yine Sanayi Devrimi’nin ve hızlı nüfus artışının sonuçlarından birisidir.

·      Güneşin yaydığı radyosyon miktarının artmış olması.
Küresel Isınımın nedenlerinden birisi de son 60 yıldaki güneşin yaydığı radyasyonun hızla yükselmeğe başladığı ve bu durumun dünya çapında sıcaklıkların artmasına yol açtığıdır. Güneş üzerinde bulunan ve “Güneş lekesi”olarak bilinen manyetik bölgeler hakkındaki yüzyıllar öncesine ait bilgileri karşılaştıran bilim adamları, son yüzyılda bu lekelerin sayısının önemli ölçüde arttığını da kaydetmektedirler.  

·      "Gamma Işıması Patlamaları"
1960'lı yıllarda başlayan "Gamma Işıması Patlamaları" küresel ısınmaya neden oluyor olabilir. Bu patlama ışımaları çok yüksek enerji ve radyasyon yayarak sadece Dünyamızı değil, Güneş'i, Güneş Sistemimizi ve yakın uzayımızı etkilemektedir.
Gamma Işıması Patlamalarının etkisiyle daha da ısınmakta olan dünya iç çekirdeği de atmosfere salınmakta olan  " iç çekirdek kaynaklı gazların ” çıkışını arttırmaktadır.
·         Ozon tabakasının incelmiş ve delinmiş olması.                                                     Dünyadaki yaşamın en önemli kaynaklarından biri olan atmosferdeki Ozon (O3) tabakasında atmosferse salınan sera gazları nedeniyle olşan  incelme ve delinmeler; güneşten gelen ışınların hem doğrudan hem de daha yüksek enerjiyle yerküreye ulaşmasına neden olmaktadır.
Küresel Isınmanın sonucu olan  bu durum; aynı zamanda döngüsel olarak küresel ısınmanın hızlanışı nedenlerinden birisidir.

Amerika kıtasının yüzölçümünün üç katı büyüklüğünde ki  Ozon tabakasınındaki delik ;   güneşten gelen zararlı ışınların yeterince emilmeyişi sonucu kanser vakalarının çoğalışına neden olmakta ve dünya ısısını yükselterek iklimleri değiştirmekte, buz dağlarını eritmekte, tüm yerküreyi tehdit eden geri dönüşümsüz zararlara neden olmaktadır.

·         Doğal alanların tarım ve yerleşime açılması iklim değişikliğinin yoğunluğunu artırmaktadır ve bu nedenle hassas eko-sistemler ve biyolojik çeşitlilik olumsuz yönde etkilenmektedir.

·      Doğal olmayan yöntemlerle tarım ve hayvancılık yapılmış olması.
Küresel Isınmanın bir diğer nedeni de tarımdaki gelişimler olup, doğal olmayan yöntemlerle tarım ve hayvancılık yapılmış olması sera etkisinı attırmıştır.

·      Tundralarda  Metan gazının açığa çıkmış olması.
Küresel Isınımanınn hem sonucu, hem nedeni olarak; geçtiğimiz yılllarda  ortaya çıktı. Rusya’nın kuzeyinde buzlarla örtülü tundralardaki buz katmanlarının eriyişi sonucunda yine Karbon türevi olan Metan gazı açığa çıkmağa başladı. Avrupa kıt’asının yaklaşık üçte biri büyüklüğündeki bu alanda meydana gelen olağanüstü değişiklik ürkütücüdür.  Çünkü bu etki Küresel Isınımın hem sonucu, hem de süreci hızlandırıcı ve üstelik tetikleyici bir oluşumdur.

2.2.2.5.2. KÜRESEL ISINIMANIN GÜNÜMÜZDE  GÖRÜLEN SONUÇLARI

·      Grönland eriyor: Kuzey Yarımküre’nin en büyük buz kütlesi olan Grönland adası, Küresel Isınım nedeniyle eriyor. Grönland kütlesinin eriyişi, düşük seviyedeki sahil şeridinde bulunan yerleşim yerlerinin sular altında kalışına neden olacaktır.

·      Amazon ormanları yok oluyor: Brezilya’nın araştırmalarına  göre, dünyanın akciğeri sayılan Amazon’un 2003 yılında rekor düzeyde ormanlık alan yitirdiği görülüyor. Büyüklüğü 4.2 milyon kilometrekare olan Amazon ormanlarının şimdiye dek yüzde 20’si yok oldu.

·      Buzullar eriyor: Küresel Isınım, buzullarıyla ünlü Arjantin’i etkisi altına aldı. Buenos Aires’in 3 bin 200 kilometre güneybatısında bulunan Lago Argentino şehri, bugüne kadar buzullarıyla turistleri kendine çekerken, artık turistler dev buzulların sıcaklığın etkisiyle yıkılmasını izlemek için şehre geliyor.

·      Hollanda kıyılarının 100 yılı kaldı: Hollanda sahillerinde, zeminin gelecek 100 yıl içinde 40 santimetre dolayında çökmesi bekleniyor.

·      Avustralya'da 2002 yılında şiddetli kuraklık yaşandı.

·      Balık ve Kuş populasyonunda düşüşler başladı: Kuzey Pasifik'te somon balığı popülasyonunda, bölgedeki sıcaklığın normalden 6 derece artması yüzünden büyük düşüş görüldü. California kıyılarında binlerce deniz kuşu, denizlerin ısınmasının yol açtığı besin kıtlığı yüzünden öldü.   

·      Şiddetli fırtına (El Nino ve Katrina gibi), şidetli yağış ve seller ile aşırı sıcak ve  soğuklar gibi birçok felâketin nedeninin Küresel Isınma  olduğu biliniyor.

·      İklim Değişikliği, Hastalıkların Artmasına Neden Oluyor.
İklim değişikliği nedeniyle yükselen hava sıcaklıkları, hastalıkların artmasına neden oluyor. Bu sonuç Kaliforniya Üniversitesinin Davis Halk Sağlığı Okulundan yürütülen bir çalışmayla bulgulandı. Çalışmaya ABD’nin dışında Afrika, Asya, Avrupa, Hindistan ve  Ortadoğu’dan 10 bilimadamı katıldı. Sonuçlar Proceedings of the American Thoracic Society dergisinde yayınlandı

Çalışmaya katılan bilimadamlarına göre iklim değişikliğiyle gelen olumsuzluklar bazılarımız için büyük sorunlar yaratacak. Çünkü küresel ısınma, astım ve alerjileri körükleyecek ve aynı zamanda bulaşıcı hastalıklarla kalp rahatsızlıklarını da tetikleyecek.
Büyük şehirlerde ozon seviyesinin şiddetli boyutlara çıkacağı, orman yangınlarının artmasıyla kuru, kül ve dumanın kurumun artacağı, çölleşme sonucu ortamdaki toz miktarının yükseleceği, çiçektozu ve polen yoğunluğunun üst seviyelere tırmanacağı tahmin ediliyor.  Bütün bunların sonucu olarak hastalık taşıyan böcek ve hayvanların yaygınlaşacağı düşünülüyor.

Tahminlere göre alarjilerde artış görülecek fakat alerjiler mevsimsel nezlelerle sınırlı kalmayacak. Değişen iklim şartlarıyla oluşan alerjik reaksiyonlar öksürük, hapşırık, burun akması ve göz sulanmasının ötesinde sevimsiz problemlerle görünecek. Mevsime bağlı alerjilerin gitgide daha uzun zaman dilimlerini kapsayacağı da tahmin ediliyor.

Solunum yolları ve pulmoner hastalıkları olanların alerjik reaksiyonları fazlasıyla şiddetli hissedeceği ve oldukça ağır geçirebilecekleri düşünülüyor. Şiddetli astım ataklarının, toz ve kurum solumaya bağlı olarak kalp ve damarlar komplikasyonlarının, kardiyak aritmilerinin ve düzensiz kalp atışı gibi sorunların artış göstereceğine kesin gözüyle bakılıyor. Felç ve kalp krizi vakalarında da artış görülmesi bekleniyor.

Bilimadamlarının ortaklaşa vardığı bir diğer sonuç da; üst solunum yolları doktorlarının ve konu uzmanlarının, solunumla ilgili problemlerin iklim değişikliğine bağlı artışından habersiz olmalarıdır.

Son zamanlarda yeni hastalıkların türediği de çalışma sonucu bulgulanan gerçekler arasında. Örneğin, sadece Akdeniz ülkelerinde görülen bazı hastalıkların İskandinavya ülkelerinde görülmeye başladığı biliniyor. 

Çalışmaya katılan bilimadamları hükümetlerin, Dünya Sağlık Örgütünün ve diğer global halk sağlığı uzmanlarının konuya dikkatle eğilerek yeni kuralların aciliyetle oluşturulması gerektiğini düşünüyorlar. Böylece iklim değişikliğiyle artan hastalıklara maruz kalan hassas ve mudafasız kişilerin sağlığının korunacağı düşünülüyor. Müdafasız grupta yeni doğmuş bebekler, çocuklar ve ihtiyarlar bulunuyor.

Geçtiğimiz yarım yüzyılda, küresel ısınma nedeniyle oluşan iklim değişikliği son zamanlarda kendini daha da çok hissettirir oldu. Hastalıkların artması ve daha da artacağına ilişkin tahminler moral bozucu olsa da, küresel boyutta yeni kural ve uygulamalar getirilerek medikal görevlilerin bu değişiklilerden neler beklemeleri gerektiği anlatılmalıdır.

Küresel ısınma, değişen iklim, artan hava sıcaklıkları ve sevimsiz hastalıklar herkes tarafından çoktandır hissedilmiyor mu? İklim Değişikliğiyle Artan Hastalıklar, henüz etkilemediyse, pek yakında hepimizi etkileyeceğe benziyor!

Kaynak: http://www.fuzyonblog.com/2012/04/05/iklim-degisikligiyle-artan-hastaliklar/ 

2.2.2.5.3.KÜRESEL ISINIMANIN GELECEKTEKİ ETKİLERİ

2007    Yılının Şubat ayında yayınlanan Birleşmiş Milletler raporuna göre;

·      Dünyada “İklim Değişikliği” yaşanacak. İlkbahar ve Sonbahar gibi ara mevsimler yok olacak, bu “İklim Değişikliği” nedeniyle doğadaki bitki örtüsü (Flora) ve hayvan toplulukları (Fauna) dengeleri bozulacak, birçok canlı türü yok olacak. Doğal dengeyi kurmak için belki yeni canlı türleri ortaya çıkacak.
-  Sıcaklıklardaki 2 C’lik bir artış canlı türlerinin %30’unun yok olma riskini doğuracaktır.
-  Sıcaklık 5°C arttığında denizlerin seviyesinin 5 m yükselmesi, bu yüzden kıyı kesimlerde toprak kayıplarının artması ve dünyanın yiyecek stoklarının tükenme seviyesine yaklaşması tahmin edilmektedir.
-   Küresel ısınmanın aynı hızda artarak devam ederse 2050 yılına kadar bitki ve hayvan türlerinde kitlesel bir yok oluşa sebep olabileceğini tahmin ediliyor.

Leeds Üniversitesi’nden Profesör Chris Thomas’in Nature dergisinde yayınlanan bir yazısında küresel ısınmanın 2050’ye kadar bitki ve hayvan türlerinde kitlesel bir yok oluşa sebep olabileceği (dörtte birinin yok olma riski) belirtiliyor.

-     iklim değişikliğinin eko sistem üzerinde biyolojik çeşitliliğini etkileyerek,insan sağlığını etkiliyeceği ,özellikle  astım, alerjik nezle gibi bir kısım solunum sistemi ve kalp damar hastalıklarına bağlı ölümlerde  artışa sebep olacağı tahmin edilmektedir.
-     Öte yandan, iklim değişikliği su eko-sistemlerini olumsuz yönde etkilemek suretiyle su kaynaklarındaki biyolojik çeşitliliği ortadan kaldıracağı
-     Artan hava sıcaklığı ve nüfus su talebini artırmakta ve suyun kalitesinin bozulmasına yol açacağı tahmin edilmektedir.

·       Denizlerdeki su akıntıları ve sıcaklık rejimleri değişecek. Balıkların göç yolları bozulacak, denizlerdeki bitki ve hayvan toplulukları olumsuz etkilenecek ve birçok tür yok olacak.
-  Yüksek sıcaklıklarla birlikte orman yangınları ile tarımsal hastalık ve tarım zararlılarında büyük artışlar görülecek. Kavurucu sıcaklar ve kuraklık;tarımsal ürünlerin hem çeşidinin hem de miktarının azalışına neden olacak.
-  Kar yağışı giderek azalacak. Hattâ kış mevsimi ortadan kalkacak.
-  Deniz seviyesinde yükselişlerle birlikte kıyı şeridi ve deltalardaki tarım alanları, plajlar ve yat limanları, kullanılamaz hale gelecek, kıyı kentleri sular altında kalacak.
İngiltere’de ve Kuzey Avrupa ülkelerinde “Sibirya” soğukları yaşanacak. Buzulların eriyişiyle birlikte Atlas Okyanusu’nda ekvatordan gelen “Gulfstream” sıcak su akıntısı kuzeyden gelen erimiş buzul kütleleri ve soğuk deniz suyu etkisi nedeniyle yok olacak.
 - Küresel Isınmanın kuruttuğu bölgelerdeki ülkeler ile su kaynaklarına sahip ülkeler, ellerindeki doğal kaynakları korumak için savaşacaklar, belki de nükleer silâhlara başvuracaklar.

·      Grönland ve Antarktika’da buz tabakaları inanılmaz hızla eriyecek. Bu nedenle dünya çapında deniz seviyesi 10 metreden fazla yükselecek. Bu, dünya çapında, sahil yerleşim alanlarında büyük felaketler yaşanmasına yol açacak. Kategori 4 ve 5 olarak nitelendirilen güçlü kasırgaların sayısı son 30 yıl içinde 2 misline çıkmıştı. Bu sayı önümüzdeki yıllarda daha da artacak.  
-  Kentsel alanlarda ulaşım ve ısınma için fosil yakıtların kullanılması sadece sera gazları emisyonunu artırmaz; bunun yanı sıra, aynı anda hem havayı kirleten hem de ozon tabakasına zarar veren gaz ve bileşiklerin ortaya çıkmasına neden olurlar.                                                                                          Bu gaz ve bileşikler bitkilerin yok olmasını sağlayan asit yağmurlarının da nedenidir.
-  Çölleşme, toprak kalitesinin bozulması ve gıda üretiminde azalma. Global ısınma, başta Afrika olmak üzere birçok bölgede çölleşmeye, gıda üretiminin azalmasına ve toprak kalitesinin bozulmasına yol açmaktadır. Öte yandan, tahıl üretiminde yaygın olarak kullanılan gübreler sera gazı emisyonunu artırarak ozon tabakasına zarar vermektedir.
·      Salgın hastalıklar artacak ve yeni hastalıklar ortaya çıkacak. Önümüzdeki 25 yıl içinde Küresel Isınım sonucunda ölen insan sayısı yılda 300 bine ulaşacak.

2.2.2.5.4.KÜRESEL ISINIMANIN GELECEKTE TÜRKİYE’DE ETKİLERİ

·      Küresel Isınıma önlenemediği taktirde Türkiye 100 yıl içinde Kuzey Afrika’ya dönecek.
·      Daha sık ve uzun süreli kuraklıklar olacak. 2030 yılında Türkiye’nin büyük bir kısmı oldukça kuru ve sıcak bir iklimin etkisine girecek, sıcaklıklar 2-3 derece artacak. Deniz seviyesinin 2030’da 30, 2050-2100 arasında da 100 santimetre yükselecek. Denizlerin yükselişinden kıyı kesimleri etkilenecek. Kıyı kesimlerdeki birçok yerleşim birimi, yalılar ve ekili araziler su altında kalacak. Kıyı şeridi ve deltalardaki tarım alanları, plajlar ve yat limanları, kullanılamaz hale gelebilecek.

·      Denizlerimizdeki su akıntıları ve sıcaklık rejimleri değişecek. Balıkların göç yolları bozulabilecek.

·      Yüksek basınç kuşağının kuzeye kaymasıyla ülkemizde hakim olabilecek tropikale benzer bir iklim; düzensiz, ani ve şiddetli yağışlar, seller, hortum, kasırga, heyelan ve erozyona yol açacak. Kasırga ve fırtınaların tetikleyeceği seller can ve mal kaybına neden olacak.
·       Yağışlar azalınca, başta GAP bölgesi olmak üzere, tüm nehirlerin taşıdığı su miktarı düşecek. Baraj göllerinin su seviyesi azalacak, hidroelektrik enerji üretimi ciddi oranda aksayacak.

·      Yüksek sıcaklıklarla birlikte orman yangınları ve tarımsal hastalık ve böcek zararlılarında büyük artışlar görülecek.

·      İklim değişiklikleri, göçlere neden olacak. 

2.2.2.5.5.TÜRKİYE’DE SERAGAZI EMİSYONU

Türkiye’de Sera Gazı Emisyon envanterini ;

·      Enerji, endüstriyel işlemler, solvent ve diğer ürün kullanımı, tarımsal faaliyetler ve atıkdan kaynaklananlar 

- Karbon dioksit (CO2), metan (CH4), nitroz oksit (N2O) ve F-gazları gibi  doğrudan seragazları 

- Azot oksitler (NOx), metan dışı uçucu organik bileşikler (NMVOCs) ve karbon monoksit (CO) gibi  dolaylı seragazları 

kapsamaktadır.

Ulusal seragazı emisyonları, 1996 Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Rehberi kullanılarak hesaplanmıştır.Arazi kullanımı ve arazi kullanım değişimlerinden kaynaklanan emisyonlar ve yutaklar hesaplamalara dahil edilmemiştir. Solvent ve diğer ürün kullanımından  kaynaklanan emisyonlar 1990-2009 yılları için ilk defa hesaplanmıştır.

Envanter sonuçlarına göre, 2009 yılında toplam seragazı emisyonu; CO2 eşdeğeri olarak 369,6 milyon ton (Mt) olarak tahmin edilmiştir.

2009  yılı toplam seragazı emisyonlarında  (CO2 eşdeğeri olarak )
 
·      Enerji kaynaklıların  payı                                         %   75
·      Endüsstriyel işemler ve Atık kaynaklıların  payı      %     9   
·      Tarımsal faaliyet kaynaklıların  payı                        %     7    

CO2 eşdeğeri olarak 2009 yılı toplam seragazı emisyonu 1990 yılına göre %98 artış göstermiştir. 

2009 yılı CO2 emisyonunda 1990 yılına göre;

·      Enerji sektöründe                                                     % 114

·       Endüstriyel işlemlerde                                              %   91                                                                                  

artış gözlenmiştir.

2009 yılı CO2 emisyonlarının
·      Enerji üretimi kaynaklıların payı                               %   91
·      Endüstriyel işlem kaynaklıların  payı                        %     9

CH4 emisyonlarının
·      Atık berterafı kaynaklı                                              %  59
·      Tarımsal faaliyet kaynaklı                                         % 30

N2O emisyonlarının
·      Tarımsal faaliyet kaynaklı                                          % 74
Olduğu görülmüştür.

2009 yılında enerji kaynaklı CO2 emisyonu incelendiğinde,

CO2 emisyonunun
Çevrim ve enerji sektörü  kaynaklı                                 % 38
Sanayii sektörü  kaynaklı                                               % 20
Ulaştırma sektörü kaynaklı                                             % 17  [1]
Diğer sektörlerlerdeki enerji üretimi  kaynaklı                %  25                                                              



1990
1995
2000
2005
2009
CO2
141,36
173,90
225,43
259,61
299,11
CH4
33,50
46,87
53,30
52,38
54.37
N2O
11,57
16,22
16,62
14,18
12,53
F Gazları
0,60
0,52
1,66
3,73
3,64
Toplam
187,03
237,51
297,01
329,90
369,65


Sektörlere göre toplam seragazı emisyonları (milyon ton CO2 eşdeğeri)

1990
1995
2000
2005
2009
Enerji
132,13
160,79
212,55
241,75
278,33
Endüstriyel İşlemler
15,44
24,21
24,37
28,78
31,69
Tarımsal Faaliyetler
29,78
28,68
27,37
25,84
25,70
Atık
9,68
23,83
32,72
33,52
33,93
Toplam
187,03
237,51
297,01
329,90
369,65
1990 yılına göre artış yüzdesi
-
26,99
58,80
76,39
97,64

Doğrudan seragazı emisyonlarının sektörel dağılımı (%)


1990
1995
2000
2005
2009
CO2
Enerji
89,63
89,33
91,85
91,04
90,64
1.  Çevrim ve Enerji Sektörü
24,06
27,21
34,06
34,11
34,27
2.  Sanayi
26,55
24,14
26,56
25,96
18,42
3.  Ulaştırma
18,36
18,88
15,51
15,61
15,62
4.  Diğer Sektörler
20,66
19,10
15,72
15,36
22,33
Endüstriyel İşlemler
10,37
10,67
8,15
8,96
9,36
1.  Mineral Üretimi
9,71
10,05
8,04
8,69
9,36
2.  Kimya Endüstrisi
0,58
0,55
0,07
0,23
(*)
3.  Maden Üretimi
0,08
0,06
0,05
0,04
(*)
CH4
Enerji
13,24
9,23
7,86
7,42
10,50
A. Yakıt Yanması
8,97
6,15
4,82
4,59
6,82
1.  Çevrim ve Enerji Sektörü
0,04
0,04
0,06
0,06
0,06
2.  Sanayi
0,19
0,15
0,21
0,24
0,21
3.  Ulaştırma
0,21
0,25
0,25
0,23
0,23
4.  Diğer Sektörler
8,53
5,71
4,30
4,05
6,32
B. Kaçak Emisyonlar
4,27
3,08
3,03
2,83
3,68
Endüstriyel İşlemler
0,15
0,11
0,09
0,09
0,09
Tarımsal Faaliyetler
61,73
42,92
33,61
31,70
30,23
Atık
24,89
47,74
58,44
60,80
59,19
N2O
Enerji
8,59
6,85
7,84
10,68
12,09
1.  Çevrim ve Enerji Sektörü
1,00
1,00
1,40
1,73
2,15
2.  Sanayi
1,22
0,89
1,41
1,67
1,55
3.  Ulaştırma
2,26
2,06
2,47
4,64
4,85
4.  Diğer Sektörler
4,12
2,90
2,57
2,64
3,54
Endüstriyel İşlemler
1,11
31,36
25,83
12,41
(*)
Tarımsal Faaliyetler
78,68
52,80
56,89
65,11
73,91
Atık
11,63
8,98
9,43
11,80
14,00
(*) 5429 sayılı Kanun gereği gizlilik ilkesine göre istatistiki birim sayısı üçten az olduğu için birimlere ilişkin bilgiler verilememiştir.
2.2.2.5.6. KYOTO PROTOKOLÜ

1997 yılında hazırlanan “Kyoto  Protokolü” ;Küresel Isınım ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlayacak uluslararası   en ciddi girişimdir.

Protokol, imzalayan ülkelerin atmosfere saldıkları gaz miktarlarının, iklimi tehlikeye atmayacak seviyelerde dengede tutulmasını öngörmektedir.                                              

Kyoto Protokolü, Protokolü 141 ülke imzaladı.(ABD imzalamadi) Protokol, ülkelerin atmosfere saldıkları karbon miktarını 1990 yılındaki seviyelere düşürmelerini gerekli kılıyor. Biz de Türkiye olarak geç de olsa 2009 yılında bu anlaşmayı imzalamış bulunuyoruz.

Sözleşmeye göre:

- Atmosfere salınan sera gazı miktarı yüzde 5'e çekilecek.

- Endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısınmaktan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmağa yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek.

- Daha az enerji ile ısınmak, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol almak, daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirmek, ulaşımda, çöp depolamakta çevrecilik temel ilke olacak.

- Atmosfere bırakılan metan ve karbondioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji kaynaklarına yönelinecek.

- Fosil yakıtlar yerine örneğin Biyo dizel yakıt kullanılacak.

- Çimento, demir çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden düzenlenecek.

- Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler, teknolojiler devreye sokacak.

- Güneş enerjisinin önü açılacak.

- Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacak.  

Bu protokolü imzalamayan ülkelerden biri olan A.B.D. atmosfere en fazla zarar veren ve çevreyi kirleten ülke konumundadır. Yaklaşık 5 milyon kişiyi işsiz bırakacağı gerekçesiyle bu protokolü imzalamayan A.B.D. gelecekte yaşanacak felâketlerin de en büyük sorumlusu olacaktır. Tüm dünyadaki sera etkisi yapan gazların yaklaşık olarak % 25’ini tek başına bu ülke üretiyor. Protokolü imzalamayan diğer önemli ülkeler ise Çin, Hindistan ve Avustralya’dır. Bu ülkelerde de çok fazla miktarda sera gazı emisyonu yapılmakta. Avustralya kişi başına en çok sera gazı üreten ülkelerden birisidir. Avrupa Birliği ülkelerinin ise tamamı Kyoto Protokolü’nü imzalamış durumda.  

2.2.2.5.7. KÜRESEL ISINIMA YA KARŞI ÖNLEMLER

·      Dünyada bu konudaki tek kapsamlı protokol olan Kyoto Protokolü’nün tüm dünya ülkeleri tarafından imzalanışı gereklidir. İmzalamayan ülkelere ise çeşitli yaptırımlar uygulanabilir. Basın-yayın organları, televizyon, sinema gibi görsel etkinlikler kullanılarak tüm insanların bu konudan haberdar edilerek çözüme katkılarının sağlanmalıdır.

·      Yerel yönetimler, Valilikler ve ilgili kamu kuruluşları bu konularda gerekli yasal ve yapay düzenleyişleri yapmakla doğal olarak yükümlüdürler. İklim değişikliği etkilerine uyum hazırlığında işbirliği yapılmalı, kıyı kuşağı yönetimi, su kaynakları, tarım ve özellikle kuraklık, çölleşme ve sellerden etkilenen alanların korunuşu için entegre planlar hazırlanmalı ve geliştirilmelidir.

·      Gönüllü kişiler ve  Sivil Toplum Örgütleri  çeşitli etkinlikleri ile Küresel Isınmaya karşı önlemler alabilir, bu konuda gerekli yasal düzenlemeleri yapılıp teşvikler ve kaynak aktarımları sağlanmalıdır.

·      Küçük yaşlardan başlayarak insanlara çevre ve doğa sevgisi aşılanarak bilinçli yaşam öğretilmeli. Bu konularda Okullarda ödüllü yarışlar düzenlenmeli, Fizik, Kimya ve Biyoloji gibi derslerde   Küresel Isınıma konusu işlenmelidir.

·      Toplum bireysel olarak    ise ağaç dikmek, enerji tasarrufu yapmak, doğaya zarar vermeyen yakıt ve enerji türleri kullanmak, enerjiyi verimli kullanmak, tasarruf sağlayıcı önlemler almak konularında bilinçlendirilmeli ve teşvik edilmelidir.

·      Enerji üretiminde fosil yakıt kaynakları yerine temiz enerji kaynaklarına, yani Biyo enerji, Güneş, Rüzgâr ve Dalga Enerjisi yöntemlerine ağırlık verilmelidir.

2.2.3.TOPRAK  KİRLİLİĞİ

Günümüzde önemli boyutlara varan toprak kirliliği;
·   Tarımsal verimi arttırmak için kullanılan gübreler ve zararlılara karşı kullanılan zirai mücadele ilaçlarının bilinçsizce kullanılmasından
·   Endüstri ve madencilik kaynaklı katı ve sıvı atıklardan
·   Hastane ve araştırma merkezlerin den kaynaklanan radyo aktif gibi tehlikeli atıklardan
·   Kent içi ulaşım araçlarında kalitesiz fosil yakıtların kullanılmasından ve tam yanmanın geçekleşmemesinden atmosfere salınan kükürt dioksit, azot dioksit ve partiküllerin oluşturduğu asit yağmurlarından (Bkz :http://ulasimkaynaklicevresorunu.blogspot.com/ )
Kaynaklanır.

2.2.4.KATI ARTIK KİRLİLİĞİ

Çöp adı altında evlerden ve ticarethanelerden kaynaklana katı atıklar la sanayiden kaynaklanan katı atıkları bu bölümde incelemek mümkündür.
Bu atıkların; hiçbir standart a uymayan “Çöplükler”e atılması,Toprak Kirliliği ne,çöplerden sızan sular da, yer altı su kaynaklarını kirlenmesine neden olur.
Kaynakta ayıklanıp geri kazanılmamaları nedeniyle,büyük hacimde biriktirildikleri depo alanlarının ömrünü kısaltarak,yeni depo alanlarının açılmasına dolayısıyla toprak kaybına neden olurlar. Katı atık kirlenmesine kaynak teşkil eden sektörleri aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz.

2.2.4.1. Evlerden Kaynaklana Katı Atıklar
2.2.4.2. Ticarethanelerden Katı Kaynaklanan Atıklar
2.2.4.3. Yeşil Alan Bitki Atıklarından Kaynaklanan Katı Atıklar
2.2.4.4. Sanayi den Kaynaklanan Katı Atıklar
2.2.4.5. Dış Kaynaklı Sanayi Katı Atıkları

Evsel ve ticarethane atıkları ile yeşil alan park bahçe orijinli bitkisel katı atıkların miktarı ve özellikleri hakkında takribi bazı değerler bilinmektedir. Sanayi ürünleri imalatının ortaya çıkardığı kirlenmelerin kirletici yük değerlerinin; doğal kaynaklardan hammadde aranması ve çıkarılması,enerji tüketimi esnasında ve ürünlerin tüketiciler tarafından kullanıldıktan sonra çevreye atılmasının meydana getirdiği kirlenmelerdekilere oranla çok fazla olması,bu bölümde “Sanayi Kaynaklı Katı Atık Kirliliğinin” anlatılmasına öncelik kazandırmaktadır.

2.2.4.4.1.Üretim Sırasında Meydana Gelen Atıklar

Proses sonucu oluşan katı atıkların toplandıkları alanlarda oluşturdukları “Estetik Kirlenme” yanında; yağmur,rüzgar v.b. etkiler sonucu yer altı sularının kirlenmesine de neden olurlar.

2.2.4.4.2.Ürünlerin Kullanımından ve Kullanım Sonrası Ambalajlardan Kaynaklanan Atıklar

Sanayi ürünlerinin cazibesini daha fazla arttırmak amacıyla, bir kez kullanılıp atılan  PET;PVC v.b diğer gereksiz ambalajlarlar  ile ömürlerini doldurdukları için atılan PİL ve benzeri kimyasal  ürünler;doğadan yok edilmesi veya uzaklaştırılması kolay olmayan, günümüzün en önemli katı atık kaynağını oluşturmaktadır. Bu konuda tüketicinin (toplumun) yeteri şekilde bilinçlendirilmemiş olması sorunun daha da büyümesine neden olmaktadır.

2.2.4.5.Dış kaynaklı Sanayi Katı Atıkları

Katı Atıklar dan özellikle  halk sağlığını tehlikeli boyutta tehdit edenlerin ; yok edilme işlemlerinin pahalı ve ülke ekonomilerine yük getirmeleri; Sanayileşmiş Ülkeler den bazılarının ;ürettikleri bu türden çöpleri ,az gelişmekte olan ülkelere ihraç edip,oralarda ucuz işgücü  ve iptidai yöntemlerle yok etme teşebbüsünde bulunmalarına neden  olmaktadır.  
                      
Ülkemiz çimento fabrikalarına yakıt olarak gönderilen atıklar,Gemiler den asbest sökme işi, Karadeniz’e atılan variller, bu tür kirlenmeyle ilgili örneklerden bazılarıdır.
Bu konudaki mevzuat ve denetimdeki  yetersizlik ile toplumsal duyarsızlığımızdan  cesaret bulan yabancılar ve onların yerli işbirlikçileri; Ülkemiz dede halkımızın sağlığını birinci dereceden ilgilendiren ve ulusal onurumuzu rencide eden bu tür eylemlerini  zaman,zaman da olsa gerçekleştirebilmektedirler

2.2.5.TEHLİKELİ  ATIKLAR

Üretim  Endüstrisin den Kaynaklanan Tehlikeli Atıklar 
Nükleer Enerji Santralleri,Tekstil Fabrikaları,Orman Ürünleri,Mobilya  ve Aksesuar,
Matbaa ve Yayıncılık, Plastik ve Lastik ürünleri,Deri ve Deri Ürünleri,Cam ve Kil Ürünleri,Akü Sanayii,Maden arama ve çıkarma  gibi Üretim Endüstrileri bu kapsamdaki Tehlikeli Atık kaynaklarıdır.

Üretim Yapmayan Tesisler den Kaynaklanan Tehlikeli Atıklar
Kimyasal Madde Depoları,Oto Tamir ve Servis İstasyonları,Hastane ve Klinik
ve Eğitim ve Araştırma Merkezleri üretim yapmayan Tehlikeli Atık kaynaklarıdır.

Ayrıca
·         Arıtma Tesislerinde toplanan Çamurları
·         Çöplüklerden kaynaklanan ve yer altı sularını kirleten sızıntı suları
·         Fırınlar da yakılan atıklardan kaynaklanan gazları
Tehlikeli Atıklar sınıfında değerlendirmek  mümkündür.

 2.2.6.GÜRÜLTÜ  KİRLİLİĞİ
Gürültü kirliliği veya diğer adıyla ses kirliliği; insan veya hayvan yaşamını olumsuz etkileyen, dengesini bozan her türlü insan, hayvan ya da makine kaynaklı ses oluşumudur.
Ses; sahip olduğu özellikleri ile kişide gereksiz bir stres yaratıp fizyolojik yıkıma neden olduğunda GÜRÜLTÜ olarak tanımlanır. Bu sırada sesin şiddeti 55-60 dB (desibel)’in üzerine çıkmıştır. Bir başka deyişle insanın duymak istediği sesleri bastıran ve onları duymasına engel olacak şekilde araya giren bu ikinci şiddetli ses, kişi için artık gürültü haline gelmiştir.

Gürültü; içinde yaşanan ortama göre 2 ye ayrılır:
A- ) Bina içi gürültüler:
a) Müstakil ve müşterek evler,
b) Hastaneler,
c) Okullar,
d) İstasyon, sinema, tiyatro, lokanta, bankalar,

B-)  Bina dışı gürültüler:
a) Ticaret ve alışveriş bölgeleri,
b) Endüstri bölgeleri,
c) Otoban, karayolu, tren yolu, cadde ve sokaklar,
d) Hava alanları, gemi liman ve geçiş yolları,vb                                                                                  
     (Bkz: http://ulasimkaynaklicevresorunu.blogspot.com )
e) Dinsel uyarı sesleri (Çan sesi ve yüksek sesli ezan),
f) Bina  ve diğer bakım onarım  yapım işleri,
Gürültü kirliliğinin en yaygın biçimlerinden biri, özellikle motorlu araçların neden olduğu kirliliktir.
Dünya çapında en yaygın gürültü türü ulaşım sistemlerinden kaynaklanır. Motorlu araçların yanı sıra uçak ve demiryolu araçlarının yarattığı gürültü de önemli bir yer tutar.
Şehir planlamacılığında yanlışlar yapılması sanayi ve yerleşim alanlarının birbirine bitişmesine neden olabilir ve sonuç olarak sanayi alanının yarattığı gürültü kirliliği komşu yerleşim birimlerinde yaşayanların sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir.
Gürültü kirliliği yaratan diğer etmenler arasında araba alarmları, acil durum sirenleri, çeşitli beyaz eşyalar ile ev âletleri, fabrika makineleri, yapım ve onarım çalışmaları, ses çıkaran hayvanlar, ses sistemleri, hoparlörler ve konuşmakta olan insanlar sayılabilir.
Sinir sistemini bozma,stres yaratma,işitme duyularını azaltma gibi etkileriyle insan sağlığını doğrudan tehdit eden “Gürültü Kirliliği” çalışanların verimini de düşürdüğü için Ulusal Ekonomiyi olumsuz yönde etkiler.
Gürültü doğal yaşamı da etkilemekte,kuş barınaklarının bulunduğu yörelerde yavru kuşların ölmesi,diğerlerinin de çevreden uzaklaşması dolayısıyla “Doğal Ekolojik Denge” de hızlı bir bozulmaya neden olmaktadır.

Gürültünün insan sağlığı üzerindeki etkilerini 4’e ayırabiliriz.
   
a-)  Fiziksel etkiler: Geçici veya sürekli işitme kaybı,
b-)  Fizyolojik etkiler: Kan basıncının artması, dolaşım bozuklukları, solunumda  
       azalma, kalp atışlarında yavaşlama, ani refleks, uyku bozuklukları,
c-)  Psikolojik etkiler: Davranış bozuklukları, aşırı sinirlilik ve stres,
d-)  Performans etkileri: İş veriminin düşmesi, konsantrasyon  bozuklukları,
       hareketlerin

Herhangi bir sesin gürültü olarak kabul edilmesi, kişiden kişiye ve o kişinin içinde bulunduğu duruma göre farklılık göstermektedir. Örneğin; bazı kimselerin kulağına hoş gelen ve onları dinlendiren bir müzik türü, başkaları için sıkıcı, itici ve rahatsızlık verici bir gürültü nedeni olabilmektedir

Halkımızı, gürültü kirliliğinin sağlıkları üzerinde ki  olumsuz etkileri konusunda bilgilendirilmelidir. 

Halk sağlığının korunması amacıyla tüm kentlerimizde; ses kirliliği haritalarını çıkarıp, gürültü kaynaklarını belirleyip, gereken önlemler alınmalıdır.
Örneğin; ses kesici-soğurucu paneller ile otoban, karayolu, demiryolu, vb gibi gürültü kaynaklarına karşı  yerleşim yerleri ses kirliliğine karşı korunmalıdır.
Sanayii,Hava Alanları,Trafik ve Eğlence Yerleri bu türden kirliliğinin önemli kaynaklarındandır.

2.2.7.ELEKTRO MANYETİK ALAN KİRLİLİĞİ

Manyetik alan kirliliği; gözle görülemeyişi , etkisinin çoğu zaman doğrudan hissedilemeyişi ve uzun zaman sonra birikerek görülmesi nedeniyle insanlar tarafından yeterince önemsenmemektedir.

Manyetik alan kirliliği ve bunları  oluşturan cihazların  olası zararlar bilindiğinde; kısmende olsa gerekli önlemler alınabilecektir.
Hava, gürültü vb  kirliliklerin (Bknz  http://cevresorunu.blogspot.com ) yanında  manyetik alan  kirliliği  konusunda da     toplumun duyarlılığı arttırılmalıdır.

2.2.7.1.MANYETİK ALAN NEDİR NASIL OLUŞUR ?

Manyetik alan; hareketli ve elektrik yüklü zerrelerin, güç etkisinde kaldığı boşluk olup atomların içindeki elektronların çekirdek etrafında ve kendi etraflarında dönmeleri sonucu oluşur.


Her mekanda dolayısıyla tüm canlıların içindeki ve dışındaki tüm boşluklarda yüksek yada düşük birer manyetik alan mevcuttur.

Biyo manyetoloji ilkelerine göre; canlı veya cansız tüm maddelerin zayıf ya da güçlü manyetik alanları vardır. 

Dolayısıyla her madde gibi insan vücudu da manyetik özelliğe sahiptir ve bir manyetik alanı bulunmaktadır. İnsan vücudundaki manyetik alan, biyoelektrik yüklerinin hareketinden meydana gelir.                            
Güneş, hava ve su gibi mıknatıslık da insanların vazgeçilmez bir parçasıdır.

İnsan vücudundaki manyetik alan, biyoelektrik yüklerinin hareketinden meydana gelir. Biot – Savar Teorisine göre, hareketli elektrik yükleri manyetik alan oluşturur. Biyoelektrik oluşan herhangi bir bölgede mutlaka manyetik alan vardır.
Dolayısıyla kalp, adale, sinir ve beyin gibi organlar belli bir manyetik alana sahiptir.

İnsanı oluşturan maddelerin birbiriyle haberleşmek için kullandıkları manyetik alanın sinyalleri birbiriyle uyum içindedir. Bu sinyaller ile kişininin  yaşadığı çevrede etkisi altında bulunduğu  manyetik alan  uyum içindedir, (Widgery, 2002).

İnsanın kendi iç manyetik alanı ile dünyanın oluşturduğu manyetik alan arasındaki uyumluluk çeşitli nedenlerden dolayı bozulabilmektedir. Bunun bir nedeni de insanın yaşadığı yerin manyetik alanının büyüklüğüdür. Yer kabuğunun doğal bir manyetizması vardır. Bütün alanlar üç değişken içerir; frekans, spinin yönü, spinin büyüklüğü veya gücüdür. Bu üç değişken insan vücuduna uyduğunda vücut kendi enerjisini destekler, (NBC, 2002).
 Manyetik alan doğrudan gözle görülemeyen veya kolayca hissedilemeyen fakat sonuçları görülebilen veya hissedilebilen bir olgudur.
*Max Planck “… Gerçekte madde yoktur, her şey ışından ibarettir.”
*Albert Einstein “Bize madde olarak görünen şeyler aslında en küçük alandaki enerjinin yüksek yoğunluğudur.”
*Amerikalı kuantum fizikçisi David Bohm; maddeyi yoğunlaşmış, donmuş ışık olarak kabul etmektedir. “ Her şey enerjiden şekillenmiştir ve enerji ile yaşamaktadır. Elektromanyetik dalgalar bu enerjinin taşıyıcılarıdır ve tüm yaşam fonksiyonlarına ilişkin bilgileri aktarmaktadırlar.

Bizzat enerjilendirilmiş bir sistem olan ve enerji yayan vücudumuz; ışın yayan bu çevre ile çok sıkı bir ilişki içindedir. Vücudumuz enerjisini sadece besin çevriminden tedarik etmemekte, bunun yanında yaşamını düzenlemek için dışarıdan, kozmik ışın alanından da enerji enformasyon absorbe etmekte ve böylece yaşam güçlerini organize etmektedir.”

Yeryüzünün manyetik alanı dünyanın çekirdeğinin sahip olduğu özellikler nedeniyle oluşmaktadır . Dünya çekirdeği, demir ve nikel gibi manyetik özelliği olan ağır elementleri içerir. Dünya çekirdeği 2 kısımdan oluşmakta olup iç çekirdek katı, dış çekirdek ise sıvı haldedir. İç çekirdeğin etrafında hareket eden dış çekirdeğin bu hareketi mıknatıslanma etkisi yaparak manyetik alan oluşturur. Dünya küre şeklinde bir mıknatıs gibidir. Dolayısıyla etrafında ,vektörel büyüklük niteliğinde  bir manyetik alan oluşturmaktadır. Dünya'nın manyetik alanı, dünyanın dönme ekseniyle 11 derecelik bir açı yapar. Bu 11 °’lik açı nedeniyle coğrafik kuzey ve güney kutupları ile manyetik kuzey ve güney kutupları farklıdır.Yıldızlardan gelen öldürücü kozmik ışınlar dünya atmosferi tarafından emilmektedir. Dünya atmosferine giren göktaşı sürtünmeden dolayı yanarak parçalanmaktadır. Dünya atmosferine düşen göktaşlarının insanlara zarar vermesini önleyen atmosfer içindeki gazlardır. Atmosfer içindeki gazlar yanında dünya atmosferinin koruyucu tabakalarından biri de dünyayı saran manyetik alandır.

2.2.7.2. ELEKTRO MANYETİK ALAN VE  KİRLİLİĞİ
Elektromanyetik Alan ve Dalga Nedir?
Elektromanyetik alan ve dalgalar gözle görülmez. Bizler nasıl hava içinde yaşıyorsak aynı zamanda elektromanyetik alan denizi içinde de yaşıyoruz. Güneş, dünya; elektromanyetik alan kaynaklarıdır. İnsan bedeni de ısısını sabit tutmak için, besinlerle elde ettiği ısıyı elektromanyetik dalgalarla uzaklaştırır. Bunun gibi yeryüzünün ve bedenimizin her bölgesinin ayrı elektromanyetik özellikleri vardır ve tümü birbiriyle uyumludur.
Elektromanyetik Kirlilik Nedir?
Elektrik ve manyetik alan bileşenleri olan dalgaların oluşturduğu alanın insan ve çevre sağlığı için RİSK oluşturacak yoğunluğa ulaşmasıdır.
İnsanlar doğada var olan iç ve dış manyetik alan yanında, çağımız ileri teknoloji ürünü elektronik araç ve gereçleri ile elektrik dağıtım şebekelerinden yayılan elektro  manyetik alan kirliliğinin etkisi altındadırlar.
Elektromanyetik kirlilik; yaşadığımız alanlarda bulunan elektrik akımı taşıyan kablolar,radyo frekans dalgaları yayan radyo ve televizyon vericileri, cep telefonu baz istasyonları, yüksek gerilim hatları, trafolar, mikrodalga yayan ev aletleri vb.nin yarattığı, insanın ve diğer canlıların üzerinde bozucu etkiler yaratan “elektromanyetik alanlar” dır.
Söz konusu cihaz ve tesislerin yaymış olduğu sinyaller;hem birbiriyle ve hem de dünya manyetik alanı ile de uyum içindedir. Fakat bu uyum çeşitli nedenlerden dolayı bazen bozulmaktadır. Bu dengenin bozulması durumunda, faydanın yanında zararlarda meydana gelebilmektedir.
Şöyleki;yaşamın bir parçası haline gelmiş bulunan çağımız ileri teknoloji ürün ve  şebekelerinin imalatı,tesisi ve kullanımında belirli standartlara uyulmaması halinde; gerek aktif konumdaki kullanıcılar gerekse pasif konumda olsalarda kapsama alanı içinde kalan canlılar tek,tek veya kitlesel olarak Elektro  manyetik Alan Kirliliğinden, Elektronik Kirlilik den etkilenirler.

Hava kirliliği denince akla hemen genzinizi yakan bir duman, gri bir bulut tabakası geliyor. Oysa elektromanyetik dalgalar. Havamızı kirleten ve görünmeyen kirleticidir.   Buna “elektronik pus” anlamına gelen “electrosmog” denmektedir.

Gözle görülmeyen bu elektromanyetik kirlilik, kimi zaman cep telefonunuzun çalmasıyla televizyonda karlanma yaparak, kimi zaman ise yüksek gerilim hatları yakınında uçan helikopterleri bile düşürerek kendini gösteriyor.  

2.2.7.3. ELEKTROMANYETİK  ALAN (EM) KAYNAKLARI 

2.2.7.3.1. DOĞAL EM KAYNAKLARI

• Güneş
• Bazı uzak yıldızlar
• Atmosferik deşarj yani yıldırımlar.

2.2.7.3.2. DOĞAL OLMAYAN EM KAYNAKLARI

• Elektrik akımı taşıyan yeraltı ve yerüstü elektrik hatları,
• TV ve bilgisayarlar,  
• Elektrikli ev aletleri (Elektrikli süpürge, saç kurutma, traş makinesi vb.)
• Mikro dalga fırınlar
• Radyo ve TV vericileri
• Telsiz haberleşme sistemleri,
• Kordonsuz telefonlar
• Hücresel telefon sistemleri ( GSM Baz istasyonları.)

2.2.7.4. ELEKTROMANYETİK DALGA  VE TÜRLERİ
Elektromanyetik radyasyon; enerjinin dalga ya da parçacık şeklinde yayılması olarak tanımlanmaktadır.
Elektromanyetik radyasyonun frekans ve dalga boyuna göre sınıflandırılması elektromanyetik spektrum olarak adlandırılmaktadır.
Şekil de Elektromanyetik Spektrum ve dalga boyu ilişkisi verilmektedir.
Elektromanyetik dalga; frekans ve dalga boyu cinsinden tanımlanır.                            Birbirine dik iki alanın birleşiminden oluşur. Biri elektriksel alan (mV), diğeri ise manyetik alan (Tesla, Gauss, amper/m).
Günümüzde özellikle haberleşmede sınırsız ortamda kullanılan elektromanyetik dalgalar elektrik ve manyetik alan bileşenleri birbirine dik olacak şekilde ve boşlukta 300.000 km/s hızla yayılmaktadır. Boşlukta söz konusu dalgaların hızı sabit olduğundan dalgaların frekansları, dalga boyları ile ters orantılı olmaktadır.
Elektromanyetik dalgaların ortamda bulunan madde ile etkileşmesi sırasında elektromanyetik dalgalar madde içinde bulunan atom ve moleküllerle etkileşmekte ve içinden geçtiği ortama enerji aktarmaktadır.
Radyasyon etkisi altında elektronun çekirdekten koparak serbest hale gelmesi iyonlaşma olarak tanımlanmaktadır.
Madde içinde elektronları çekirdekten kopararak iyonlaştırmayan radyasyona “iyonlaştırmayan radyasyon” denir. Radyo ve TV dalgaları, mikrodalgalar, kızıl ötesi ışınlar, görülen bölgedeki ışınlar iyonlaştırıcı özellik taşımamaktadır. Elektromanyetik spektrumun bu bölgesinde yer alan elektromanyetik dalgalar enerjilerini ortama ısı şeklinde aktarmaktadırlar.
Bunlara karşılık üst mor ötesi ışınlar, X ışınları, nükleer reaksiyonlar veya radyoaktif parçalanma sonucu ortaya çıkan alfa, beta ve gamma ışınları, nötronlar, protonlar ve diğer temel parçacıklar “iyonlaştırıcı radyasyona” sebep olmaktadırlar.               Molekülleri iyonlaştırarak yapıyı bozan bu radyasyon genetik yapıda da bozulmalara sebep olmakta ve biyolojik yapıya zarar vermektedir.
İyonlaştırmayan radyasyon olarak tanımlanan elektromanyetik radyasyonun etkileri; düşük frekanslı radyasyon etkileri ile yüksek frekanslı radyasyon etkileri olarak iki ana başlık incelenmesi söz konusudur.
Düşük Frekanslı Radyasyon:
 0-10 kHz arasındaki düşük frekanslı radyasyonun irdelenmesi:
Sıfır ile 10 kHz frekans aralığındaki statik ve düşük frekanslı elektrik ve manyetik alanlara maruz kalan insanlardaki olumsuz etkilerin önlenmesi için spektrumun bu bölgesindeki elektrik ve manyetik alanlar ; “doğrudan etkiler”, “dolaylı etkiler” göz önüne alınarak ayrı ayrı ele alınmaktadır.
İnsan vücudunun elektrik ve manyetik alanlarla doğrudan etkileşmesi sonucu olan etkiler “doğrudan etkiler” ; elektrik ve manyetik alan etkisinde kalmış olan metal cisimlere temas sonucu olan etkiler “dolaylı etkiler” olarak tanımlanmaktadır.
Doğrudan etkilenmede; insan vücudunda değişken elektrik veya manyetik alanın şiddetine, frekansına ve vücudun yüzey alanının büyüklüğüne bağlı olarak bir akım oluşmaktadır.
Dolaylı etkilenmede; elektrik veya manyetik alan etkisinde kalmış olan metal cisimlere dokunma sonucu “temas akımı” oluşmaktadır.
Yüksek Frekanslı Radyasyon:
10 kHz – 300 GHz arasındaki yüksek frekanslı radyasyonun irdelenmesi:
Elektromanyetik spektrumda 10kHz – 300 GHz frekans aralığında çalışan sistemlere örnek olarak radyo, televizyon ve telsiz sistemleri, radar sistemleri, uydu haberleşme sistemleri, mikrodalga fırınlar, tıpta ve sanayide RF frekansında çalışan sistemler ve GSM haberleşme sistemleri verilmektedir.
Söz konusu sistemlerin yarattığı elektromanyetik radyasyonun canlı doku ile etkileşiminin ölçüsü olarak “özgül soğurma hızı (SAR)” tanımlanmaktadır.              
Temel limit olarak “ortalama insan vücudunda vücut sıcaklığını bir derece artıracak elektromanyetik enerjinin soğurulmasının zararlı olduğu” tanımından gidilerek 4W/kg değeri kabul edilmiştir. Bu kabule göre kilogram başına dokuların soğurabileceği en yüksek güç değeri 4Watt ‘dır
2.2.7.4.1. MD  (Mikro Dalga) :  
                 Dalga boyu:  0.1-100 cm ;                     
                 Frekansı :     0.3-300GHz    (1GHz (Giga Hertz) =107 Hz)

Mikro dalga yayan araç ve cihazlardan bazıları şunlardır.
·         Cep telefonu ve onların dam veya kule antenlerİ (baz istasyonları)
·         Radar
·         MD fırınları
·         TV ve Radyo  verici antenleri
·         Uydu iletişim istasyonları

Manyetik alanın sağlık üzerinde etkileri bölümünde genişçe açıklandığı üzere;           Mikro dalgalar; dokular da  termal (Isı) ve kimyasal olmak üzere iki temel etki yaparak uykusuzluk,unutkanlık, baş ağrısı,baş dönmesi, kulak çınlaması bunama (Alzheimer),titreme (Parkinson),beyin,kalp,kanser hastalıkları, hamileliklerin  riske girmesine ve DNA  tahribine neden olmaktadır.

2.2.7.4.2. VLF  (Very Low Frequence = Çok  düşük frekanslı) 
                   Frekansı:

2.2.7.4.3. ELF  (Extremely Low Frequence = Çok,çok düşük frekanslı)
                   Frekansı 50-500 Hz

Yüksek gerilim hatları (havai ve yer altı)  kanser yapıcı ELF dalgaları yayarlar
Bilgisayar ekranları (filtresizse) VLF ve ELF dalgaları yayarlar.

2.2.7.5. MANYETİK ALANIN SAĞLIK ÜZERİNDE  ETKİLERİ


2.2.7.5.1. MANYETİK ALANININ SAĞLIK ÜZERİNDE OLUMLU ETKİLERİ


Uzaya gönderilen astronotlarda ; haftalarca sürebilen yorgunluk, adale ağrısı, baş ağrısı ve baş dönmesi nedeninin   kapsamlı araştırmalar sonucu, bu belirtilerin dünyanın manyetik alanının eksikliğinden kaynaklandığı belirlenmiştir.
Yer kabuğunun statik manyetizmasından daha da etkin olan pulsatif manyetik alan, hücre zar hareket periyodikliği ile daha uygun bir etkileşim oluşturmaktadır.
Kazuo Shimodaira‘a göre; enerji eksiklği, genel ağrı, baş ağrısı, yorgunluk manyetik alanı eksikliği sendromunun belirtileridir. Bunlar kronik yorgunluk sendromuna benzemektedir, ama dışarıdan manyetik alan verilince hasta düzelmektedir.

Neurobiolojistler ; manyetlerin, depresyonda olan insanların ağır işleyen sol beyini uyardığına inanıyorlar. (Chandrasekaran, 2002).

Zihinsel ve fiziksel rahatsızlığı olan hastalar üzerine yapılan klinik araştırmalarda %90 başarı sağlandığı belirtilmektedir.   Japonya’da bir üniversite 11.648 kişi üzerine yapılan manyetik tedavinin (%43 erkek) %92 başarı gösterdiği görülmüştür (Blackman ve Friedman, 2002).

Bu manyetik etkileşim; hücre zarlarında madde alışverişlerini mümkün kılmaktadır.             Böylece bir fabrika gibi çalışan hücrenin;  atık maddeleri ve toksinleri bünyesinden uzaklaştırıp  su, besin maddeleri, oksijen ve gerekli mineralleri alarak işlevinin uygun bir seyirde ve canlılık içinde sürdürmesi mümkün olmaktadır.

Bunun nedeni olarak manyetik alan vücuda uygulanınca manyetik dalgalar dokudan geçer ve ikinci akım oluşturur. Bu akımlar manyetik alan ile birleşince hücrelerdeki elektronlara ısı verir. Bu ısı adale ağrısı, kaslardaki şişmelere çok iyi gelir. Kandaki kalsiyum ve kolesterol miktarı azalınca haemoglobin daha hızlı hareket eder. Yüksek tansiyona sebep olan diğer maddelerde de azalma görünür. Kan temizlenir ve akışı hızlanır. Kalp rahatlar ve acı azalır veya yok olur. Yönetici sinirler normale döner ve onların yönettiği organlar düzgün şekilde çalışır. Kan akımının iyileşmesinden dolayı besleyiciler daha kolay ve verimli şekilde taşınır. Manyetik dalgalar cilt, yağlı dokular ve kemikleri canlandırır. Sonuçta hastalığa karşı direnci arttırır. Manyetik alan düzensizliği azaltarak enerji aktarır, sağlığa katkıda bulunur. Hücrelerin büyümesini destekler. Manyetler diş ağrısı, omuzlar ve diğer birleşimlerdeki uyuşukluk, ağrıya iyi gelir.

Vücudun kendi kendini iyileştirme özelliğini destekler (Shimodaira ,2002). Hayatımızı etkileyen biyomanyetik alanın ay, güneş, diğer yıldız veya gezegenler gibi dünya dışı etkenler ve içinde bulunduğumuz yakın çevre ile kullandığımız cihazların etkisinin bilinmesi tedbir alma ve tedavi açısından önem taşımaktadır.

2.2.7.5.2. MANYETİK ALANININ SAĞLIK ÜZERİNDE OLUMSUZ ETKİLERİ

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte günlük hayatta sıkça kullandığımız elektrikli ve pilli cihazların oluşturduğu elektromanyetik alanların insan sağlığı üzerine etkisi önem kazanmaktadır.

Diğer yandan sara hastaları üzerinde yapılan bir deneyde ; dışarıdan deneklerin manyetik alanının değiştirilmesi durumunda, beyindeki biyoelektrik faaliyetin, dolayısıyla snapsların kirlenmesi sağlanarak hastalık durumundaki etkiler aynen oluşturulmuştur.

Toksik madde radyasyon gibi Elektro Manğetik  Kirleticilerden gelen sinyaller; canlının elektromanyetik dengesini bozmaktadır. (Widgery, 2002).
Bu tip elektromanyetik alanların genelde iki etkisinden bahsedilir.

Birincisi ısı etkisidir. Elektromanyetik alanların yaydığı enerji, insan vücudundan geçerken bir miktar emilir, tutulur ve içerde bir ısı birikimi oluşur. Bu ısı da istenmeyen sonuçlara sebep olabilir.

İkincisi ise; canlı organizma içindeki birbirine bağlanmış olan molekülleri, atomları etkiler ve bozar.

Organizma kendini tamir eder, düzeltir. Ama bir an kontrolden çıkabilir. Kontrolden çıktığında ise basit bir iki hücrenin ölümüne veya kanser gibi ölümcül bir hastalığa neden olabileceğinden şüphelenilmektedir. (Kalkan, 2002).

Dünya manyetik alanı; geceleri hücresel oksijeni arttırır, uykuyu destekler, biyolojik iyileşmeyi desteklerken iltihaplanmayı azaltır, acıyı dindirir.

Güneş doğduğunda beraberinde getirdiği pozitif manyetik alan; hücresel oksijeni azaltır, uyanıklığı destekler, biyolojik iyileşmeye engel olur ve acıyı arttırır.

Kafamızın merkezinde bulunan hormonlar ; enzimleri ve bağışıklık fonksiyonlarını yöneten pineal bezi manyetik kristallerden oluşan bir manyetik organdır.

Manyetik enerjiye çok duyarlı olan melatonin hormonu; geceleyin dünya manyetik alanı etkin olduğu zaman ortaya çıkar. İyi uyku için melaton seviyesinin yüksek olması gerekir. Büyüme hormonu melatonin seviyesi ile ilişkilidir. İnsan yaşlandıkça bu asıl hormonları daha az üretmeye başlar. Büyüme hormonu saç, cilt (deri) ve adaleleri kontrol altında tutar, (Philpott, 2002).

Multiple Sclerosis (MS) hastalığını başlatan sebeplerden biri dünya manyetik alanıdır. Dünya manyetik alanının haritası incelendiğinde alanın yapısı ile MS hasta sayısı arasında kuvvetli ilişki bulunmuştur. Manyetik alanın düşey bileşeni biyolojik maddeleri etkiler. MS hastalığına yakalananların sayısı 60 (°E) boylam civarında en yüksek değere ulaşırken Orta Asya, Hindistan, Çin, Japon, Afrika ülkeleri, Orta Amerika gibi ekvatora yakın yerlerde vaka sayısı yok denecek kadar azdır.Düşey manyetik alanı bileşeni kutuplara yakın yerde hemen hemen yoktur ve MS hastalığına düşey bileşenin zayıf olduğu bölgelerde çok sık rastlanır.

Başka bir araştırmada çocukların büyümesinin dünya manyetik alanın güneş aktivitesine göre değişmesine bağlı olduğu tespit edilmiştir, (Tatarin et al., 2002).

İnsan vücudunun manyetik alanla olan dengesini bozan etkenlerden birisi de kimyasal kirleticiler, haberleşme frekansları, elektrik güç taşımalarından gelen sinyallerle çevrenin kirlenmesiyle ortaya çıkar.

Araştırmacılar ; Elektromanyetik kirlilik veya smog olarak bilinen elektromanyetik alanın birikiminin;  insanda  genel keyifsizlik, boyunda sertlik, göğüs acısı, hafıza kaybı, baş ağrısı, kalp atışı ve kan kimyasını değişime uğratma, sindirim ve dolaşım sorunları oluşturabildiğini belirtmektedir.

Elektro smog adı verilen, teknolojinin beraberinde getirdiği elektromanyetik kirlenme; insan sağlığını tehdit eden ciddi unsurlardan birisidir. Yüksek gerilim hatlarından cep telefonu dalgalarına, radyo ve TV dalgalarından ev ve iş yerlerindeki bilgisayar ve elektrikli diğer eşyaların yaydığı elektromanyetik dalgalara kadar maruz kalınan elektromanyetik kirlilik sosyal yaşam ortamında hemen hemen her yerde sağlıksız bir atmosfer oluşturmaktadır.
Elektromanyetik smog; beyinden hücrelere gönderilen sinyalleri engelleyerek vücudun bağışıklık sistemine zarar verir, (Paulines, 2002).

Son yıllarda büyük çapta araştırmalar yapılmasına neden olan bir etki ise insan yapımlı kuvvetli manyetik alan kaynağından doğan hastalıklardır. Kuvvetli manyetler Hall etkisinden dolayı, anestesia oluşturuyor, (Pawluk, 2002; Komor, 2002).

Kalp krizi yaşlarının 20’li yaşlara düşmesi, bağışıklık sistemlerinin çöküşü, sık hastalıklara maruz kalma, beyin kanamaları sıklıklarında artışlar ve de kanser olgularında görülen tırmanışlarda manyetik alanların etkisi vardır.

Tunaya’nın araştırmalarına göre yüksek gerilim hatlarının çocuklarda lösemi ya da beyin kanseri yaptığı bilinen bir gerçektir.

Birkaç araştırmada; ortalamadan yüksek manyetik alanı olan bölgede yaşayan çocukların kanser olma olasılığının daha yüksek olduğu sonucuna varılmıştır.          
Yine söz konusu bölgelerde ;   uzun süre kalan hamile kadınların, zor doğum yaptıkları gözlenmiştir. Yüksek manyetik alanın, anne adaylarının düşük yapma olasılıklarını 3 kat artırdığı vurgulanmıştır. (ARPNSA, 1999).

1988 ve 1991'de ABD'de, 1992 'de Isveç ve Meksika'da ,1993 'de Danimarka'da yapılan araştırmalarda; çocuklarda görülen kanserlerle ve özellikle de lösemiyle iletişim hatlarına yakın yaşama arasında bir ilişki olduğunu ortaya koymuştur.  (Tutev, 2002).

Cep telefonu zararları üzerinde birçok araştırma yapılmaktadır. Kandaki zararlı proteinlerin ve toksinlerin beyne girmesini engelleyen savunma mekanizmasını devre dışı bırakmaya, yorgunluk, baş ağrısı, deride yanma hissi ortaya çıkarmaya, yüksek tansiyon oluşmasına, baş ağrıları, baş dönmesi ve dikkatin dağılmasına sebep olduğuna dair bulgular elde edilmiştir (Tutev, 2002).

Cep telefonu alzheimer, parkinson ve multiple sclerosis (MS) gibi sinir hastalıklarının oluşma riskini arttırıyor. Kulaklık-mikrofon seti kullananların %80'inde bu tip sorunların olmadığı gözlenmiştir.


1994'te ve 1998'te ABD ve Finlandiya'da yapılan araştırmalarda; elektromanyetik alanların çok sık etkisinde kalan (radyo operatörleri, endüstriyel donanım işçileri, veri işleme aygıtı tamircileri, telefon hattı işçileri, elektrik santralleri ve trafo merkezlerinde çalışan) işçilerde alzheimer hastalığının normal insanlara göre erkeklerde 4-9 kat kadınlarda 3-4 kat daha çok görüldüğü, enerji iletim hatlarına 40 m.'den daha yakın yaşayan çocukların, normal çocuklara göre 2-3 kat daha fazla kansere yakalandığı, Finlandiya'da yapılan bir başka araştırma erkek çocukların merkezi sinir sisteminde oluşan tümörlerle iletim hatları arasındaki ilişkinin olduğu sonucuna varılmıştır.

Diğer bir etken ise uzaydan ve güneşten gelen kozmik ışınlardır. Dubrov (2002) 1228 kişi üzerinde yaptığı deneylerinde kozmik ışınların kalp krizi, işyerindeki ve karayolu kazalara ve ani şizofren dönemlerle ilişki içinde olduğu sonuca varmıştır.                   (Harris, 2002).

EMF sağlık raporunda (1995);  mevsimsel stres maksimumları ile güneş rüzgarının maksimumu arasında ilişki olduğu vurgulanmıştır. İnsan sağlığına zararlı kozmik olayları; uzay arası manyetik alanın radyal bileşeni olduğu zaman en fazla etkiler.           Bu olay da güneş rüzgarı dünyadan geçtiği zaman olabilir. Nikolaev ve ark. (1976)  85 tane ruh hastası insan üzerine yapılmış deney sonucunda gök cisimleri arasındaki manyetik alanın pozitif olduğu zaman hastaların sayısının arttığı gözlenmiştir.
(Parkinson,1983).

Zayıf manyetik alanın insan sağlığına zararlı olup olmadığı hala tartışılıyor. Bu zayıf alanların hemen gözle görülür zararları yoktur. Fakat hayvan hücresi üzerinde yapılan deneylerde zayıf manyetik alanın hormon ve enzim seviyesini değiştirmek, dokulardaki kimyasalların hareketini engelleme gibi biyolojik etkenlere sebep olduğu kararına varılmıştır (NRPNSA, 1999)

Çevre etkilerin den meydana gelen hastalıklardan özellikle kanserler yıllar sonra başlar.
Çocuklarımız Neden Tehlikede                                                                                      Küçük ve yere yakın nesneler elektromanyetik kirliliği daha çok soğurlar (bünyesine alırlar). Yaşanacak süre dikkate alındığında da çocukların soğuracağı elektromanyetik kirlilik büyüklerden çok fazladır.
2.2.7.5.2.1 CEP TELEFONUNUN SAĞLIK ÜZERİNDE  OLUMSUZ  ETKİLERİ 
 Bu konuda yapılmış geniş çaplı yeni araştırma sonuçları, hiçte iç açıcı değildir.           Cep Telefonu da tıpkı sigaradaki gibi kanserin baş etkenlerinden biridir.
        
Avrupa’nın en genç nüfusuna sahibiz. Mobil telefon daha ziyade gençler arasında revaçta. Bu durum, cep telefonunun sağlığa zararında, ülkemiz için yadsınamaz bir dezavantaj oluşturuyor.

Cep Telefonunun sağlığa verdiği zararda ana unsur, cihazın kullanım süresi ve kullanırken vücuda yakınlığıdır. Cep telefonu üreticileri ve onları destekleyen araştırmacılar maalesef bu kriterleri önemsemiyor.

Radyo frekans dalgaları ve Elektromanyetik alanlar; iyonlaştırıcı ve iyonlaştırıcısız olmak üzere iki tür özelliktedir. Cep telefonu kaynaklı radyo frekans dalga ve manyetik alanların iyonlaştırıcısız olmalarına bağlı olarak sağlığa zararlı olmadığı iddiasının doğru değildir. Gerçek sanılanın aksinedir.
Son yıllarda; Kuzey Avrupa ülkeleri, Japonya ve Amerika da bu alanda yapılan araştırmalarda ciddi bir yoğunlaşma var. ” Amerikan Ulusal Sağlık Örgütü’nün phone - brain’ (cep telefonu ve beyin) konulu yayınlarında insan sağlığına maksimum önem atfedilerek, çalışmalarda varılan sonuç şöyle özetlenmektedir.
“10 yıl süreyle aynı el ve kulağını kullanarak cep telefonuyla konuşan kişide glial (beynin kendi hücrelerinden köken alan) beyin tümörü ve işitme siniri kökenli tümör oluşma ihtimali yüzde 30 artmaktadır ” Süredeki eşik 10 yıl, başka bir söyleyişle 2 bin saat.  

ABD’li ve Danimarkalı bilim adamları; 1990’ların sonunda dünyaya merhaba diyen 13 bin 159 çocuk üzerinde yaptıkları inceleme sonucunda, hamileliğinde günde 2–3 defa cep telefonu kullanmanın, davranış bozukluğu yaşayan çocuk sahibi olma ihtimalinin yüzde 54 e yükselmesine neden olduğunu belirtiyor. Bu tür annelerin doğurduğu çocukların, karşı karşıya bulunduğu diğer risk yüzdeleri; hiperaktivite de 35 duygusal ve psikolojik problem yaşama da 25 arkadaşlarıyla sıkıntılı iletişim kurma da 34 ve çevresiyle uyum bozukluğu nda 49 dur.
                           
Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC), cep telefonları ve temel istasyonlarının yaydığı radyo dalgalarının meydana getirdiği elektromanyetik alanları, muhtemel kanserojen içeren 2-B grubuna dâhil etti.
İngiltere Radyolojik Koruma Kurulu da, cep telefonunun bilhassa küçük çocuklarda tümör riski doğurduğunu bildirdi.

‘Elektromanyetik dalgaların insanda yol açtığı tahribatın açık bir dille ortaya konulmamasında teknoloji firmalarının baskıları ne derece etkin?’

Günde yarım saat cepten konuşan bir kişi, yaklaşık 10 yılda saat limitini dolduruyor.
        
GSM operatörlerinin ‘sınırsız konuş’ kampanyalarıyla olayın hangi boyutlara ulaştığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Kaba bir hesapla, günde 1 saatlik görüşme, tehlikenin kapıyı çalacağı yıl limitini 5’e indiriyor.

Çevreye dağılan radyasyon cep telefonu çaldığında ve aranan numaranın bağlandığı anlarda yoğunlaşıyor. Telefonun kulak mesafesindeki hayatiyet derecesi, konuşma süresindekini aratmıyor. Ha bir inç ( 1 inç 2,54 cm ), ha 8 inç dememek gerekiyor. Telefondaki çağrıyı onayladıktan ya da karşıya bağlandıktan bir iki saniye sonra kulağı cihaza yaklaştırmak da sağlık açısından göz ardı edilememesi gereken  bir önlemdir.

Beynimiz yaratılıştan koruma altında. ‘Kan beyin bariyeri’ sayesinde her mikrop beyne geçemiyor. Bazı deney hayvanları üzerinde bu nüans irdelenmiş. Fareler bir hafta boyunca günde ikişer saat elektromanyetik alana bırakıldığında, koruyucu bariyerin bozulduğu; durumun, hayvanlarda baş ağrısı ve ateşlenme yaptığı belirlenmiştir.
Cep görüşmesinde radyasyonun yüzde 40-50’si kulak bölgesiyle kafatasını çevreliyor. Artanı geriye dönüyor. Ama çocukların kafatasları yetişkinlere nazaran bir hayli ince. Radyasyon çocuktaki beynin tümünü etkiliyor. 
Bilim Adamları; çocukların ölçüleri ile cep telefonu dalgaları birbirine çok yakın olması nedeniyle çocuklar büyüklerden çok daha fazla enerjiye maruz kaldığını belirtiyor.
Medya çalışanları ve havaalanı radar görevlilerinin sık sık baş ağrısından yakınmalarının ardındaki gerçek, elektromanyetik ortam içinde olmalarıdır.  Aslında cep telefonu yakın tutulan her organı sağlıksızlaştırıyor. İşin açıkçası cebimizde baz istasyonu taşıyoruz. Genellikle kulak ve beyne yaklaştırıldığından bu organlarda gelişen zararlar öne çıkıyor.

Özetle :

Kısa Vade de Geçici işitme aksaklıkları, Gözlerde kararma, sulanma ve yanma, Kalp ritminde bozukluk, Kalp pilinin arızalanma riski, Yoğun stres ve yorgunluk hâli, Konsantrasyon ve dikkat dağılması, Baş ağrısı ve sersemleme, Unutkanlık, refleks zafiyeti, Kulakta çınlama ve ısınma, Görüş alanında daralma, Gözlerin çapaklanması.


Uzun Vade de: Beyin tümörü, işitme siniri kökenli tümörler, Lenf oma (beyaz kan hücresi) kanseri, Cilt kanseri, Yüksek tansiyon, Görme bozukluğu, Kan hücrelerinin deformasyonu, Kan beyin bariyerinin zedelenmesi, Kalıcı işitme kayıpları, Kalp hastalıkları, Hafızada zayıflama, Embriyo gelişiminin zarara uğraması, Düşük ihtimalinde artış, Sperm sayısının azalması, Bağışıklık sisteminde arızalar

Cep Telefonunun Tespit Edilen Zararlarıdır.

2.2.7.6. ELEKTRO MANYETİK ALAN KİRLİLİĞİNE KARŞI ALINACAK ÖNLEMLER
2.2.7.6.1.Birinci Gurup Önlemler:
Yaratacağımız Kamuoyu Baskısıyla Devletin Bireyleri Elektromanyetik Kirlilikten Korumasını Sağlamak.
Ülkemizde baz istasyonları/cep telefonları yanında yüksek gerilim hatları, trafolar vb tesisler de yakın çevrede insan sağlığı ve çocuklarımız için çok ciddi risk oluşturmaktadır.
 Özellikle Ankara ve İstanbul gibi büyük kentlerde yerleşim mahalleri, okullar, kreşler üzerinden yüksek gerilim hatları geçmektedir. Bunların bazıları çamaşır asma girişimleri olacak kadar yakındır. Yer altına alınacakları sözü verilmişse de kaynak yetersizliği gerekçesiyle vatandaş oyalanmaktadır.
Buna son yıllarda Belediyelerin spor alanları ve koşu yollarını yüksek gerilim hatları altına yapması eklenmiştir.
Bu durumda olan vatandaşlar ve çocuklar yüksek gerilim hatları altında sağlıklı yaşıyor ve spor mu yapıyor?
Okulların, kreşlerin yanı başlarına bazen de cami minarelerine konuşlandırılan baz istasyonları altında çocuklarımız sağlıklı bir ortamda mı eğitim alıyor?
Günümüzde, baz istasyonları ve yüksek gerilim hatları vb. kabul dışı elektromanyetik kirliliğe karşı kamuoyunun tepkisi göstermesi ancak başa gelince söz konusu olabilen ve trafik kazası gibi kadercilik içinde kabul edilen bir oldubitti olmaktan çıkarılmalıdır.   
Evimizde ve yakın çevremizde kullandığımız, çocuklarımızın elinde dolaşan cep telefonları dahil tüm elektrikli eşyaların üzerinde ve kullanma talimatlarında, SAR (soğurulma/bünyeye alınma hızı) ve manyetik alan şiddeti değerleri ve bu yöndeki tehlikeler niye yazılmalıdır.
2.2.7.6.2.İkinci Gurup Önlemler:
Birey Olarak Alabileceğimiz Basit Koruyucu Önlemler. Evimizde ve yakın çevremizde kullandığımız, çocuklarımızın elinde dolaşan cep telefonları dahil tüm elektrikli eşyaların çocuklarımızdan olduğunca uzak tutulması esastır.
Önlemlerden Bazıları:
Cep Telefonu
·   SAR değeri düşük cihazları tercih edin.
·   Kısa sürelerle konuşun.
·   Gerekmedikçe konuşmayın.
·   Sabit hatları tercih edin.
·   Zararı tümden engelleyemese de kulaklıkla görüşün.
·   Kısa bilgi iletimlerini mesajla (SMS) gerçekleştirin.
·    Geceleri cep telefonunu kapatın.
·   Hamileyseniz, mecbur kalmadıkça kullanmayın.
· Cihazlardan mümkün olduğunca uzak durun.    
·   Acil vaziyetler haricinde çocukları cepten görüştürmeyin.
·   Siz görüşürken yakınınızda çocuk bulundurmayın.
·    Telefon çalar çalmaz ya da karşı tarafı arar aramaz cihazı kulağınıza dayamayın.
·    Cep telefonu bilhassa kalp, beyin ve üreme organlarına yakın yerlerde taşınmamalı.
·    Dar ve kapalı alanlarda görüşme yapmaktan kaçının. Örneğin asansör ve otomobil   
 gibi mekânlarda cihaz çekmediği için iletilen radyasyon artacaktır.
·   Cep telefonu bir oyun ya da müzik dinleme aracı değildir.
·   Elektronik fren sistemi olan taşıtlarda, benzin istasyonlarında ve hastanelerde cep telefonu kullanmamak.
·    Kreş, okul, hastane, bakımevi alanlarında cep telefonu kullanımını en aza indirmeye çalışmak ve bu alanlarda baz istasyonu kurulmasına kesinkes karşı olmak, Yakın çevremizdeki baz istasyonlarının ‘farkında olmak’, meskûn mahal çatılarında ve yakınlarında bulunan baz istasyonlarının kamu sağlığı açısından daha güvenli yerlere taşınmaları için çaba sarf etmek.
·   Manyetik alanın şiddeti kaynaktan uzaklığın karesi ve içinde yayıldığı ortamın yoğunluğu ile ters orantılı olduğundan, yüksek gerilim hatlarından ve trafolardan mümkün olduğunca uzaklaşmak, elektrikli ev aletlerini tabloda belirtilen asgari uzaklıklarda tutmak, yeterli olacak kadar kullanmak vb.

3. ÇEVRE MEVZUATI
  
3.1.ULUSAL MEVZUAT

3.1. 1. “ 2709 sayılı ANAYASA”  

“Sağlık Hizmetleri ve Çevrenin Korunması
“1982 Anayasası”nda çevre bir hak olarak düzenlenmiştir.
Madde 56 -  “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.
Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi arttırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden toplayıp hizmet vermesini düzenler.”  

Tarih, Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması
Madde 63 - Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır.

Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi
Madde 169 - Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerine yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi Devlete aittir.
Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.
Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez.  

3.1.2.YASAL DÜZENLEMELER

3.1.2.1. “2872 sayılı Çevre Kanunu”

Amaç
Madde 1- (Değişik: 5491 - 26.4.2006 / m.1) Bu Kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır.

Tanımlar
Madde 2- (Değişik: 5491 - 26.4.2006 / m.2) Bu Kanunda geçen terimlerden;  

Çevre korunması: Çevresel değerlerin ve ekolojik dengenin tahribini, bozulmasını ve yok olmasını önlemeye, mevcut bozulmaları gidermeye, çevreyi iyileştirmeye ve geliştirmeye, çevre kirliliğini önlemeye yönelik çalışmaların bütününü,

Sürdürülebilir çevre: Gelecek kuşakların ihtiyaç duyacağı kaynakların varlığını ve kalitesini tehlikeye atmadan, hem bugünün hem de gelecek kuşakların çevresini oluşturan tüm çevresel değerlerin her alanda (sosyal, ekonomik, fiziki vb.) ıslahı, korunması ve geliştirilmesi sürecini ifade eder.
Çevrenin Korunması
Madde 9- (Değişik madde ve başlığı: 5491 - 26.4.2006 / m.6) Çevrenin korunması amacıyla;
a) Doğal çevreyi oluşturan biyolojik çeşitlilik ile bu çeşitliliği barındıran ekosistemin korunması esastır. Biyolojik çeşitliliği koruma ve kullanım esasları, yerel yönetimlerin, üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve ilgili diğer kuruluşların görüşleri alınarak belirlenir.
c) Ulusal mevzuat ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınarak koruma statüsü kazandırılmış alanlar ve ekolojik değeri olan hassas alanların her tür ölçekteki planlarda gösterilmesi zorunludur. Koruma statüsü kazandırılmış alanlar ve ekolojik değeri olan alanlar, plan kararı dışında kullanılamaz.
f) Biyolojik çeşitliliğin sürdürülebilirliğinin sağlanması bakımından nesli tehdit veya tehlike altında olanlar ile nadir bitki ve hayvan türlerinin korunması esas olup, mevzuata aykırı biçimde ticarete konu edilmeleri yasaktır.

Kirletenin sorumluluğu
Madde 28-(Değişik: 3/3/1988-3416/8 md.)
Çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumludurlar,
Kirletenin, meydana gelen zararlardan ötürü genel hükümlere göre de tazminat sorumluluğu saklıdır.

İdari makamlarca başvurma
Madde 30- Çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten zarar gören veya haberdar olan gerçek ve tüzel kişiler, idari makamlara başvurarak bu faaliyetin durdurulmasını isteyebilirler.

3.1.2.2. “ 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu”

“Korunma Alanı İle İlgili Karar Alma Yetkisi
Madde 8 - Yedinci maddeye göre tescil edilen korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanlarının tespiti ve bu alanlar içinde inşaat ve tesisat yapılıp yapılamayacağı konusunda karar alma yetkisi Koruma Kurullarına aittir. Koruma Kurullarının kararına 61 inci maddenin ikinci fıkrasına göre itiraz edilebilir.
Korunma alanlarının tespitinde, korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının korunması, görünümlerinin ve çevreleri ile uyumlarının muhafazası için yeteri kadar
Korunma alanına sahip olmaları dikkate alınır. Bu hususlarla ilgili esaslar. Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanacak yönetmelikte belirtilir.

İzinsiz Müdahale Ve Kullanma Yasağı
Madde 9 - Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları çerçevesinde koruma bölge kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarında inşaî ve fizikî müdahalede bulunulamaz, bunlar yeniden kullanıma açılamaz veya kullanımları değiştirilemez. Esaslı onarım, inşaat, tesisat, sondaj, kısmen veya tamamen yıkma, yakma, kazı veya benzeri işler inşaî ve fizikî müdahale sayılır.

3.1.2.3. “ 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu”

“İkinci Bölüm: Genel Esaslar, Orman Alanları, Yeşil Sahalar
Genel Esaslar
Madde 3 - Boğaziçi Alanının korunması ve geliştirilmesinde ve imar mevzuatının uygulanmasında aşağıdaki hususlar esas alınır.
a) Boğaziçi Alanında yaralan kültürel ve tarihi değerler ve doğal güzellikler muhafaza edilir ve doğal yapı korunur.
b) Boğaziçi Alanı bu Kanunun amaçlarına uygun olarak ve doğal ve tarihi çevreye uyumu gözetilerek güzelleştirilir ve geliştirilir.
d) Boğaziçi Alanındaki kültür ve tabiat varlıklarının onarımına öncelik verilir.
Orman Alanları
Madde 4 - Boğaziçi Alanı sınırları içinde Devlet ormanı statüsüne alınacak yerler, Boğaziçi İmar Yüksek Koordinasyon Kurulunca kararlaştırılır ve kamu kurum ve kuruluşlarına ait olanlar bedelsiz olarak Hazineye devredilir. Özel mülkiyete ait olanlar ise Tarım ve Orman Bakanlığınca kamulaştırılır.
Devlet ormanı statüsüne alınan bu yerler, Tarım ve Orman Bakanlığınca hazırlanacak proje ve programa göre Boğaziçi Alanının doğal yapısına uygun olarak düzenlenir, ağaçlandırılır parklar ve mesire yerleri yapılır ve bunların bakımı, işletilmesi ve muhafazası sağlanır.
Devlet ormanı statüsüne alınan bu yerlerde 6831 sayılı Orman Kanununun 2.  maddesi uygulaması yapılamaz.
Boğaziçi Alanı içindeki ormanlarda intifa ve irtifak hakkı tesis edilemez. Ancak bu Kanunun amacına uygun intifa ve irtifak hakkı, Boğaziçi İmar İdare Heyetinin teklifi üzerine ilgili bakanlıklarca tesis edilebilir.

Yeşil Alanlar

Madde 5 - Boğaziçi Alanında orman sayılmayan kamu kurum ve kuruluşlarına veya özel mülkiyete ait koru, koruya katılacak alan, çayır, mesire yeri, bostan ve benzeri alanlar yeşil alan sayılır ve bitki varlıkları geliştirilerek muhafaza edilir.
Bu alanlardaki ağaç varlıklarının yok edilmesi veya tahrip edilmesi yasaktır.

 Gürültüye neden olma suçu
Türk Ceza Kanununun 183. maddesine göre, “İlgili kanunlarla belirlenen yükümlülüklere aykırı olarak”, başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli bir şekilde gürültüye neden olma halinde oluşur.
Maddede sözü edilen “ilgili kanunlarla belirlenen yükümlülük”; 2872 sayılı Çevre Kanununun “çevreyi kirletmeme” ilkesi gereğince çerçeve olarak benimsediği düzenlemeye dayanılarak oluşturulan yönetmeliklerde açıklanan “çevresel gürültüye neden olmama” yükümlüğünü ifade etmektedir.
"2872 sayılı Çevre Kanunu" nun 14. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; Kişilerin huzur ve sükûnunu, beden ve ruh sağlığını bozacak şekilde ilgili yönetmeliklerle belirlenen standartlar üzerinde gürültü ve titreşim oluşturulması yasaklanmıştır. Ulaşım araçları, şantiye, fabrika, atölye, iş yeri, eğlence yeri, hizmet binaları ve konutlardan kaynaklanan gürültü ve titreşimin yönetmeliklerle belirlenen standartlara indirilmesi için faaliyet sahipleri tarafından gerekli tedbirlerin alınması gerektiği belirtilmiştir.
Anılan Kanun’un 20/h bendi, 14. maddeye göre çıkarılan yönetmelikle belirlenen önlemleri almayan veya standartlara aykırı şekilde gürültü ve titreşime neden olan, konutlar, ulaşım araçları, iş yerleri, atölyeler, fabrika, şantiye ve eğlence yerlerine yönelik idari yaptırımlar benimsemiştir.
"2872 sayılı Çevre Kanunu" ; çevresel gürültü kaynaklarını, “ulaşım araçları, şantiye, fabrika, atölye, iş yeri, eğlence yeri, hizmet binaları ve konutlar” şeklinde sayma yoluyla sınırlı olarak belirlemiştir.
2872 sayılı Kanun’un 14 ve 20/h bendindeki düzenlemelere istinaden;
* 01.07.2005 tarihli ve 25862 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan "Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği",
* 07.03.2008 tarihli ve 26809 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan "Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği"
* 04.06.2010 tarihli ve 27601 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği",
Kabul edilmiş, bir önceki yönetmelik bir sonraki ile yürürlükten kaldırılmıştır.
TCK’nin 183. maddesi, gürültünün “başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli” olması şartını aramaktadır. Bunun yanında TCK’nin 123. maddesi ise eylemin suç olarak nitelendirilebilmesi için, “sırf huzur ve sükûnu bozmaya” yönelik olması gerektiğini kabul etmiştir.
5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 36. maddesinde de gürültüye ilişkin düzenlemeye yer verilmiş, gürültünün, başkalarının huzur ve sükûnunu bozması gerektiğini belirtmiştir. Aynı Kanun'un 15/3. maddesi, bir fiilin hem kabahat hem de suç olarak tanımlandığı durumlarda, sadece suçtan dolayı yaptırım uygulanabileceği, suçtan dolayı yaptırım uygulanamayan hallerde ise kabahat dolayısıyla yaptırım uygulanacağı kuralına yer vermiştir.
TCK’nin 183. maddesinde suç olarak tanımlanan gürültünün insan sağlığının zarar görmesine “elverişli” olması gerektiği kabul edilmiştir. Bu durumda “elverişlilik” ibaresinin, insan sağlığının zarar görmesi ihtimalini, zarar vermeye uygun olmayı ifade ettiği, dolayısıyla suçun tehlike suçu olarak düzenlendiği, suçun oluşumu için somut zararın gerçekleşmesi gerekmediği kabul edilmelidir.
04.06.2010 tarihli ve 27601 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği’nin 8/a maddesi, işitme sağlığı ve kritik sağlık etkileri göz önüne alınarak gürültüden etkilenme seviyelerinin belirlenmesi ve izlenmesine ilişkin esas ve usullerin Sağlık Bakanlığı tarafından belirleneceğini hükme bağlamasına rağmen, Sağlık Bakanlığı, bahsedilen esas ve usullere ilişkin bir düzenleme yapmamıştır. Her ne kadar Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği, gürültü kriter ve göstergelerini düzenlemiş ise de, belirlenen kriterler, 2872 sayılı Kanun’un 14 ve 20/h maddeleri gereğince ilgililere idari yaptırım uygulanmasını mümkün kılan somut eşik değerlerdir.

3.2. AB MÜKTESEBATI

AB ile ilişkileri kurumsallaşmaya başlayan ve Birliğe üyeliği söz konusu olan aday ülkelerin, AB’ye üye olmak için yerine getirmeleri gereken kriterler, 1993 Kopenhag Zirvesinde belirlenmiş ve “Kopenhag Kriterleri” olarak tanımlanmıştır.
Kopenhag Kriterleri üç başlık altında toplanmaktadır:
·         Siyasi kriterler,
·         Ekonomik kriterler,
·         AB müktesebatının (acquis communautaire) benimsenebilmesi.
AB müktesebatının (acquis communautaire) benimsenebilmesinin anlamı, aday ülkenin AB müktesebatını üstlenebilme ve uygulayabilme kapasitesine sahip olmasıdır.
31 başlık altında toplanan AB müktesebatının 22 nolu başlığı “Çevre” adını taşımaktadır.

Çevre başlığı altında ise,
·         Yatay düzenlemeler (ÇED, bilgiye erişim... vb),
·         Hava Kalitesi,
·         Atık Yönetimi,
·         Su Kalitesi,
·         Doğanın Korunması,
·         Sanayiden Kaynaklanan Kirliliğin Kontrolü,
·         Kimyasallar ve Genetik Olarak Değişime Uğramış Organizmalar,
·         Araçlardan ve Makinelerden Kaynaklanan Gürültü,
·         Nükleer Güvenlik ve Radyasyondan Korunma,
Alt başlıkları yer almaktadır.

Aralık 1999’da gerçekleşen AB Helsinki Zirvesinde; Türkiye’ye aday ülke statüsü verilerek, yeni genişleme sürecine dâhil edilmiştir. Türkiye’ye adaylık statüsünün verilmesi suretiyle de, AB müktesebatına uyum süreci de başlamıştır.

 3.3 ULUSLARARASI SÖZLEŞME VE PROTOKOLLER  

Anayasa’nın 90. maddesi:
 “Milletlerarası Antlaşmaları Uygun Bulma

Madde 90 -  
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.”

Bu çerçevede, Türkiye’nin imzaladığı ve uymakla yükümlü olduğu konu ile ilgili uluslararası sözleşme ve protokoller şunlardır:

 3.3.1 Ramsar Sulak Alanlar Sözleşmesi (1971)

Ramsar Sözleşmesi, özellikle su kuşları yaşama ortamı olarak uluslararası öneme sahip sulak alanlar hakkında bir sözleşmedir. Sulak alanların korunması yönünde atılmış önemli bir adım olan bu sözleşmenin 1 inci maddesinde sulak alanlar tanımlanmakta, 2 inci ve 3 üncü maddesinde bunların tespiti ve hatta 4.maddesinde listeye dahil olmasa bile bütün sulak alanların korunması için inzibati tedbirlerin alınmasını yine hükümetlerden istemektedir.  

Madde 1
1. Bu Sözleşmenin amacı bakımından, doğal veya yapay, devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gel-git hareketinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan, bütün sular, bataklık, sazlık ve türbiyerler sulak alanlardır.
2. Bu Sözleşmenin amacı bakımından, ekolojik olarak sulak alanlara bağımlı olan kuşlar, su kuşlarıdır.

Madde 2
 1. Her Akit Taraf, ülkesi toprakları içindeki elverişli sulak alanları, bundan böyle “Liste” adıyla tanımlanacak ve 8 inci Madde uyarınca kurulacak Büro tarafından tutulacak olan “Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Listesi”ne dahil edilmek üzere tayin edecektir. Her sulak alanın hudutları kesinlikle belirtilecek ve aynı zamanda haritaya çizilecek ve özellikle su kuşları yaşama ortamı olarak önem taşıdığı yerlerde, sulak alanlara mücavir olan akarsu ve deniz kıyı alanlarıyla, ada veya gel-git hareketinin çekilme devresinde derinliği altı metreyi geçen ve sulak alanlar dahilinde yer alan deniz sularıyla birleştirilebilecektir.
2. Liste için sulak alanların seçimi, bu sulak alanların ekoloji, botanik, zooloji, limnoloji ve hidroloji yönlerinden uluslararası önemlerine göre yapılmalıdır. Hangi mevsimde olursa olsun, su kuşları için uluslararası öneme sahip sulak alanlar öncelikle dahil edilmelidir.
3. Bir sulak alanın listeye kaydedilmesi, sulak alanın yer aldığı Akit Tarafın münhasır egemenlik haklarına zarar vermez.
4. Her Akit Taraf, 9 uncu Maddede belirtildiği şekilde, Sözleşmeyi imzalarken veya onay ya da katılma belgesini tevdi ederken Listeye girecek en az bir sulak alanı tayin etmiş olacaktır.
5. Herhangi bir Akit Taraf, gelecekte kendi toprakları içinde bulunan diğer sulak alanları Listeye eklemek, Listeye kaydedilmiş olanların sınırlarını genişletmek veya önemli ulusal çıkarları nedeniyle sınırlarını kısıtlamak ya da tamamen kayıttan sildirmek hakkına sahiptir ve bu kabil değişiklikleri 8 inci Maddede belirtilen devamlı Büro hizmetlerinden sorumlu organizasyon veya hükümete mümkün olan en kısa zamanda bildirecektir.
6. Her Akit Taraf, sınırları içindeki göçmen su kuşları stoklarının korunması, yönetimi ve akıllıca kullanılması için; gerek Listeye girecek olan sulak alanlarını tayin ederken, gerekse bunlarda değişiklik yapma hakkını kullanırken uluslararası sorumluluklarını dikkate alacaktır.

 Madde 3
1. Akit Taraflar, planlamalarını, Listeye dahil ettirdikleri sulak alanların korunmasını geliştirecek ve ülkelerindeki diğer sulak alanların mümkün olduğu kadar akıllıca kullanılmasını sağlayacak şekilde formüle edecek ve uygulayacaklardır.
2. Her Akit Taraf, sınırları içinde bulunan ve Listeye dahil olan herhangi bir sulak alanın ekolojik karakterinin, teknolojik gelişme, kirlenme veya insan müdahalesi ile değiştiğini, değişmekte olduğunu veya değişme ihtimali bulunduğunu en kısa zamanda haber alacak bir düzenleme yapacaktır. Bu kabil değişiklikler hakkındaki bilgiler gecikmeksizin, 8 inci Maddede belirtilen devamlı Büro hizmetlerinden sorumlu organizasyon veya hükümete bildirilecektir.

Madde 4
1. Her Akit Taraf, Listeye dahil olsun veya olmasın, sulak alanlarında tabiatı koruma alanları ayırarak sulak alanlarının ve su kuşlarının korunmasını geliştirecek ve yeterli inzibati tedbirleri alacaktır.
2. Akit Taraflardan biri önemli ulusal çıkarlarından ötürü, Listeye kaydettirdiği bir sulak alanın hudutlarını daraltır veya tamamen kaldırırsa, aynı veya başka bir yerde, orijinal yaşama ortamının yeterli büyüklüğünde başka tabiatı koruma alanları tesis ederek bu sulak alan kaynağının kaybını mümkün olduğu kadar telafi edecektir.
3. Akit Taraflar, sulak alanlar ve bu sulak alanların bitki ve hayvan toplulukları hakkında araştırma yapılmasını, bilgi ve yayınların değişimini teşvik edeceklerdir.
4. Akit Taraflar, uygun sulak alanların yönetimi yoluyla su kuşları popülâsyonlarının artırılması için çaba göstereceklerdir.
5. Akit Taraflar, sulak alanların araştırma, yönetim ve muhafazasında yetenekli personelin eğitimini geliştireceklerdir.”

3.3.2.Avrupa Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi                     (1979- Bern)

Sözleşmeye taraf olan her ülke, sözleşmenin ek listelerinde (Ek Liste I: Bitki Türleri ve Ek Liste II: Hayvan Türleri) yer alan türlerin doğal yaşam alanlarıyla birlikte koruma altına alınması amacıyla gerekli idari ve yasal önlemleri almakla yükümlüdür. Listelerde yer alan bitki ve hayvan türlerinin doğadan toplanması, tahrip edilmesi ve ticaretinin yapılması yasaktır.
Sözleşmenin amacı, yabani flora ve faunayı ve bunların yaşama ortamlarını muhafaza etmek, özellikle birden fazla devletin işbirliğini gerektirenlerin korunmasını sağlamak ve bu işbirliğini geliştirmektir.

“BÖLÜM II: Yaşama Ortamlarının Korunması

Madde 4 -
1. Her Akit Taraf, yabani flora ve fauna türlerinin yaşama ortamlarının, özellikle I ve II no lu ek listelerde belirtilenlerin ve yok olma tehlikesi altında bulunan doğal yaşam ortamlarının muhafazasını güvence altına almak üzere, uygun ve gerekli yasal ve idari önlemleri alacaktır.
2. Akit Taraflar, planlama ve kalkınma politikalarını saptarken, önceki paragraf uyarınca korunan sahaların muhafaza gereksinimlerine, bu gibi yerlerin her türlü tahribattan uzak veya tahribatın mümkün olan en alt düzeyde tutulmasına özen göstereceklerdir.
3. Akit Taraflar, II ve III no.lu ek listelerde belirtilen göçmen türler için önem taşıyan ve kışlama, toplanma, beslenme, üreme veya tüy değiştirme yönünden göç yollarına uygun ilişki konumunda bulunan sahaların korunmasına özel dikkat göstermeyi kabul ederler.
4. Akit Taraflar, bu maddede değinilen doğal yaşama ortamlarının korunması için bunların sınır bölgelerinde bulunması halinde, çabalarını uyumlu kılmak yönünden eşgüdüm sağlamayı taahhüt ederler.”

3.3.3.Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (1992-RİO)

Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin üç temel amacı bulunmaktadır: Bunlar, biyolojik çeşitliliğin korunması, biyolojik çeşitliliği oluşturan unsurlardan sürdürülebilir kullanımın sağlanması, genetik kaynaklar ile teknoloji üzerinde sahip olunan bütün hakları dikkate almak kaydı ile bu kaynaklara gereğince ulaşımın ve bu kaynakların gereğince transferinin sağlanması ve uygun finansmanın tedariki de dahil olmak üzere bu kaynakların kullanımından doğan faydaların tüm dünya ülkeleri arasında eşit ve hakça paylaşılmasıdır. Sözleşmeye taraf ülkeler, kendi sınırları içerisindeki bitkilerin, hayvanların ve mikrobiyolojik yaşamın çeşitliliğinin tam olarak korunması sorumluluğunu üstleneceklerini, ayrıca biyolojik kaynakları sürdürülebilir kullanacaklarını ve biyolojik çeşitlilikten sağlanan faydaları eşit olarak paylaşmanın yollarını arayacaklarını taahhüt etmektedir.

 Madde 7. Belirleme ve İzleme Akit Tarafların her biri özellikle 8’den 10’a kadar olan maddelerde belirtilen amaçlarla, mümkün olduğu ölçüde ve uygun biçimde: (a) Ek I’de yer alan kategorilerin belirtildiği listeyi dikkate alarak koruma ve sürdürülebilir kullanım açısından kendisi için önem taşıyan biyolojik çeşitlilik unsurlarını belirleyecektir; (b) Acil koruma tedbirleri gerektiren ve sürdürülebilir kullanım için en büyük potansiyeli taşıyan unsurları özellikle dikkate alarak yukarıda alt-paragraf (a)’ya göre belirlenen biyolojik çeşitliliğin unsurlarını örnekleme ve diğer teknikleri kullanarak izleyecektir; (c) Biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı üzerinde önemli olumsuz etkileri olan veya olabilecek prosesleri ve faaliyet kategorilerini belirleyecek örnekleme ve diğer teknikleri kullanarak bunların etkilerini izleyecektir ve (d) Yukarıda alt-paragraf (a), (b) ve (c)’ye uygun belirleme ve izleme faaliyetlerinden elde edilen verileri saklayacak ve düzenleyecektir.
Madde 8 “İn-situ” Koruma Akit Tarafların her biri mümkün olduğu ölçüde ve uygun biçimde:
 a) Koruma alanlarından veya biyolojik çeşitliliğin korunması için özel tedbirler alınması gereken alanlardan oluşan bir sistem oluşturacaktır;
(b) Gerektiğinde koruma alanlarının veya biyolojik çeşitliliğin korunması için özel tedbirler alınması icap eden alanların seçilmesi, tesis edilmesi ve yönetilmesi için kurallar geliştirecektir;
(c) Biyolojik çeşitliliğin korunması için önemli olan biyolojik kaynakların korunmasını ve sürdürülebilir kullanımını sağlamak amacıyla koruma alanları içinde olsun ya da olmasın, bu kaynakları düzenlemelere tabi tutacak veya yönetecektir;
(d) Ekosistemlerin ve doğal yaşam ortamlarının korunmasını ve yaşayabilir tür popülâsyonlarının doğal ortamlarında tutulmasını teşvik edecektir;
(e) Koruma alanlarının daha iyi korunmasını sağlamak amacıyla bunlara bitişik alanlarda çevresel açıdan sağlıklı ve sürdürülebilir kalkınmayı teşvik edecektir;
(f) Diğer araçların yanı sıra planlar veya başka yönetim stratejileri geliştirip uygulayarak bozulmuş olan ekosistemleri iyileştirecek, eski haline getirecek ve tehdit altındaki türlerin kazanılmasını teşvik edecektir;
(g) Biyo teknoloji sonucunda değişikliğe uğratılmış ve biyolojik çeşitliliğin korunmasını ve sürdürülebilir kullanımını etkilemesi muhtemel olumsuz çevresel etkiler doğurabilecek canlı organizmaların kullanılması ve serbest bırakılması ile bağlantılı riskleri düzenlemeye yönetmeye veya denetlemeye yönelik araçları insan sağlığı için doğabilecek riskleri de dikkate alarak tesis veya idame ettirecektir;
(h) Ekosistemleri yaşam ortamlarını veya türleri yok eden yabancı türlerin girişini engelleyecek, bu türleri denetim altına alacak veya yok edecektir;
(i) Biyolojik çeşitliliğin korunması ve mevcut kullanım şekilleri ile unsurlarının sürdürülebilir kullanımı arasında uygunluk sağlanması için gerekli koşulları yaratmaya gayret edecektir;
(j) Geleneksel yaşam tarzlarını sürdüren yerli ve yerel toplulukların biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı bakımından anlam taşıyan bilgilerine geliştirdikleri yeni yöntemlere ve uygulamalarına kendi ulusal mevzuatına göre sahip çıkacak, bunları koruyacak ve saygı gösterecek; bu bilgilerin, yeni yöntemlerin ve uygulamaların sahiplerinin onayı ve katılımı ile daha yaygın biçimde uygulanmasını sağlayacak ve bunların kullanımından doğacak yararların adil paylaşımını teşvik edecektir; (k) Tehdit altındaki türlerin ve popülâsyonların korunması için gerekli mevzuatı ve/veya düzenleyici diğer hükümleri geliştirecek veya idame ettirecektir;
(l) 7nci Madde uyarınca biyolojik çeşitlilik üzerinde önemli bir olumsuz etki saptanması halinde ilgili prosesleri ve faaliyet kategorilerini düzenleyecek veya yönetecektir ve
 (m) Yukarıda (a)’dan (l)’ye kadar olan alt-paragraflarda açıklanan “in-situ” koruma için özellikle gelişmekte olan ülkelere mali ve başka şekillerde destek sağlanmasında işbirliği yapacaktır.”

3.3.4.Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme (1972-Paris)

Sözleşmeye taraf ülkeler, bir ülkede kültürel ve doğal mirasın herhangi bir parçasının bozulmasının veya yok olmasının, sadece o ülke için değil tüm dünya ülkeleri için ciddi bir yoksullaşma oluşturduğunu göz önünde tutarak, kültürel ve doğal mirasın saptanması, korunması, muhafazası, teşhiri ve gelecek kuşaklara iletilmesinin sağlanması görevinin öncelikle kendilerine ait olduğunu kabul etmekte; ayrıca, kültürel ve doğal mirasa ait olan tüm varlıkları, listeye dahil edilmemiş olsalar bile koruma altına alacaklarını taahhüt etmektedirler.

Kültürel ve Doğal Mirasın Ulusal ve Uluslar arası Korunması:

Madde 5 - Bu Sözleşmeye taraf olan her Devlet topraklarındaki kültürel ve doğal mirasın korunması, muhafazası ve teşhiri amacıyla etkili ve faal önlemlerin alınmasını sağlamak için, mümkün olduğunca her ülkenin kendi koşullarına uygun biçimde şu çabaları gösterecektir:
a) Kültürel ve doğal mirasa, toplumun yaşamında bir işlev vermeyi ve bu mirasın korunmasını kapsamlı planlama programlarına dahil etmeyi amaçlayan genel bir politika benimsemek;
b) Kültürel ve doğal mirasın korunması, muhafazası ve teşhiri için, halen mevcut değilse, topraklarında bir veya daha fazla hizmet kurumunu, işlevlerini ifaya yeterli olacak görevli ve araçlarla kurmak;
c) Bilimsel ve teknik çalışma ve araştırmaları geliştirmek ve Devletin kültürel ve doğal mirasını tehdit eden tehlikelere karşı harekete geçmesine olanak sağlayacak müdahale yöntemlerini mükemmelleştirmek;
d) Bu mirasın saptanması, korunması, muhafazası, teşhiri, yenileştirilmesi için gerekli olan uygun yasal, bilimsel, teknik, idarî ve malî önlemleri almak ve
e) Kültürel ve doğal mirasın korunması, muhafazası ve teşhiri konularında eğitim yapan ulusal veya bölgesel merkezlerin kurulmasını veya geliştirilmesini desteklemek ve bu alandaki bilimsel araştırmaları teşvik etmek,
Madde 12 - Kültürel ve doğal mirasa ait olan bir varlığın 11. maddenin 2. ve 4. paragraflarında sözü edilen her iki listeye de dahil edilmemiş olması hiçbir şekilde onun bu listelere dahil edilme sonucu olanlar dışındaki amaçlar için istisnaî değeri olmadığı anlamına gelmeyecektir.”

3.3.5 Avrupa Kentsel Şartı (1992-STRASBURG)

Avrupa Kentsel Şartı, kentler ve otomobiller arasındaki etkileşim ve dengenin kentler lehine şekillenmesini gereğini ve kent yönetimlerinin otomobil kullanımını özendirerek kentleri geliştiremeyeceklerini ortaya koymuştur. Bu şart, taraf olan ülkelerin, karayolu taşımacılığına karşı kentten yana koruyucu bir tavır alması gerektirmektedir.

Avrupa Kentsel Şartı’’nın bazı önemli konu başlıklarını ve ilkelerini özellikle 3 üncü Köprü ile ilişkisi nedeni ile belirtmek isteriz. Görüleceği üzere, dava konusu 3 üncü Köprü ve çevre yolları planı, tüm bu ilkeleri çiğneyerek hazırlanmıştır ve taraf olduğumuz Avrupa Kentsel Şartı’na aykırıdır.

“ Konu: Ulaşım ve Dolaşım
“Kente karşı otomobil; çok basitleştirilmiş bir ifade olmakla birlikte; durum buna çok yakındır. Yavaş ama kesin bir biçimde, otomobil kentleri öldürmektedir. Öyle ki, 2000’li yıllar, ikisi bir arada olamayacağından, otomobil ya da kentten birini seçmemizi zorunlu kılacaktır.
Bugünden bir şey yapılmaz, yeni düzenlemeler getirilmezse, araç trafiği; özellikle de özel araçlar ve kamyonlar, sadece kentleri tahrip etmekle kalmayacak, ‘sera etkisiyle’ tüm çevrenin zarar görmesine de hatırı sayılır bir katkıda bulunacaktır.
 Araçlar; kentleri gürültü, rahatsızlık, ruhsal ve fiziksel tehlike, çevre estetiği ve sosyal alanların yok olması, hava kirliliği gibi sorunlarla tehdit ederler.

“Konu: Kentlerde Çevre ve Doğa
Yerel yönetimler, doğal miraslarını dikkatle koruyan ev sahipleri olmalıdır. Ayrıca, kaynak kullanımını iyileştirmek, çevre kalitesini yükseltmek, temiz ve sağlıklı yerel üretim, ulaşım ve tüketimi teşvik ederek, doğal yapıları korumakla yükümlüdürler.
  
İLKELER
- Yerel Yönetimlerin, doğal ve enerji kaynaklarını, uygun ve akılcı bir biçimde, yönetme ve idareli kullanma sorumluluğu
- Yerel yönetimlerin kirliliğe karşı politikalar uygulaması
- Yerel yönetimlerin doğayı ve yeşil alanları koruma yükümlülüğü
- Doğayı korumanın toplumsal gururu ve bağlılığı geliştiren bir faktör olması

“KONU: Kentlerde Sağlık

İLKELER
Kentsel çevrenin tüm kentlilere iyi sağlık ko0şulları sağlaması
Bu, kapsamlı kentsel çevre politikaları oluşturarak; atıkların yönetimi, hava, su, toprak ve yer altı kirliliklerinin engellenmesi ve tehlikeli atıkların tamamen ortadan kaldırılması; doğal ve yapay çevrenin doğal afetlerden etkilenmesini engelleyici önlemlerle; hassas çevre ve toplulukları sürekli gözlem altında tutarak; özürlülere özel hizmet sağlayarak ve genel olarak toplumun gelişimini ve sosyal yenilenmeyi tesis ederek mümkün olabilir.”

4. ÇAĞDAŞ ÇEVRE YAKLAŞIMLARI VE ÇEVRE STRATEJİLERİ

4.1. YAŞAMIN  NİTELİĞİ VE GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILA

Sağlıklı bir toplumsal yapının temel koşulu;güvenli insan ilişkileri ve gelir dağılımında ki eşitliğin  yanında, doğal,kültürel ve estetik çevrenin korunmasıdır. Gelişmişliğin ölçütü olarak kabul edilen,  üretilen mal ve hizmetlerin toplam değeri,  Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) da ki büyümenin ; tek başına,toplumun refah ve mutluluğunun ölçütü olarak kabul edilip edilmemesi tartışmaya açıktır.
Tarihi çevrenin bozulması, doğal ve estetik çevrenin hızla yok olması pahasına sağlanacak enerji ve sanayi üretimi artışı; toplumsal refah ve mutluluğun ölçüsü olabilir mi? Aynı şekilde kültürel düzeyi giderek düşen;okunan kitap,dergi,gazete sayısı giderek azalan bir toplumda video yada renkli TV üretimindeki artış GSMH’


4.2.ÇEVRE SORUNUNA İKTİSADİ YAKLAŞIM

4.2.1.KAYNAK DAĞILIMI SORUNU OLARAK ÇEVRE

Çevre kirliliğine yol açan olay, özünde mal ve hizmetlerin üretim ve tüketimidir.Bu anlamda,her iktisadi faaliyet çevre kirliliğine yol açar.

Çevre sorunu her şeyden önce daha iyi bir çevre ile daha çok üretim,yada bugünkü kuşakların gereksinimleri ile gelecekteki kuşakların gereksinimleri arasında bir karar verme sonucudur.Bir başka değişle,kaynakların çevre ile diğer mallar arasında dağılımı,bugünkü kullanımları ile gelecekteki kullanımları arasında seçim yapılması sorunudur.

Çözümün kaynak dağılımı çerçevesinde aranması,çevre sorununu iktisadi sorunun bir parçası haline getirmektedir.

Mal ve hizmet üretiminin yarattığı çevre kirliliğinin önlenmesi ve yaratılan kirliliğin temizlenmesinin,esasen kıt olan ülke kaynaklarının tüketimine yönelik maliyetinin olması, yani aynı kaynakları kullanarak üretilecek başka mal ve hizmetlerin üretiminden vazgeçmeye neden olması;üretim artışı ile çevre kirliliği arasında ki ilişkinin aynı yöndeki varlığını ortaya çıkarmaktadır.

Bir başka söylemle; çevre korumaya ayrılacak kaynaklar,GSMH artış hızında düşmeye ve büyümenin yavaşlamasına neden olacaktır.

Ancak çevreyi gözetmeden sağlanacak üretim artışları ve büyüme de ;yakın bir gelecekte beşeri ve doğal kaynakların nitel ve nicel olarak azalmasına neden  olacaktır.Bu durum insanın refah ve mutluluğuna olumsuz yönde etki yaparak,üretim olanaklarının azalmasına ve bağlı olarak büyüme de ani ve hızlı düşmelere,belki de  toplumsal yaşamın tehlikeye girmesine neden olacaktır.

Hiçbir atık yaratmadan üretim ve tüketim yapmanın fizik yaslarına,hiçbir girdi kullanmadan çevreyi koruyucu,temizleyici önlemler almanın da iktisat kurallarına aykırı olduğu gerçeği; üretim –tüketim ve GSMH artışından özveri de bulunmaksızın  çevreyi korumanın olanaksız olduğu sonucunu doğurur.

Diğer yandan ,özellikle insanlığın açlık ve yoksullukla mücadelesi,eğitim ve sağlık hizmetlerini geliştirmesi ,vb. için de üretim ve büyümeye gerek olduğu açıktır.
Özetle insanlığın,nitel ve nicel gelişiminde gerek duyulan kaynaklar için, büyümeden vazgeçilemeyeceği gibi,çevre kirliliğinin önlenmesi, ekolojik dengenin korunması yani daha iyi bir çevre için gerekli uygun teknolojiler için yapılacak  harcamalarda  büyümeye gereksinim vardır

Çözümsüz bir ikilem gibi görünen bu durum karşında “önce büyür,kalkınır,sonra çevreyi koruruz.”gibi yanlış bir görüşe düşülmemelidir. Çevre kirliliği geriye dönüşü çok güç olan bir süreçtir. Böyle bir sürece girilmesinden kısa bir süre sonra ;değil çevreyi onarmayı başarmak,istenilen büyüme hızına ulaşmak da zorlaşacaktır




4.2.2.SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA

Kaynak dağılımı yaklaşımı içinde ele alınan “çevre-üretim “sorunun doğru çözümü ; sahip olduğumuz kaynakları gelecekte de kullanılmasına olanak tanıyacak bir şekilde kullanarak, büyümenin sürdürülmesiyle mümkün olacaktır.Ancak böylesi bir çerçeve içinde,iktisadi kalkınma hedefleri ile çevre politikaları arasında uyum sağlanacak,iktisadi yaşamın kendi ekolojik  köklerine bağlı kalınarak,gelecek kuşakların refah ve mutluluğu güvence altına alan uzun süreli bir büyümeyi gerçekleştirmek mümkün olacaktır.
Sürdürülebilir kalkınmanın ana teması “karar vermede ekonomik ve ekolojik düşünceleri bütünleştirmek “olmalıdır.
Sürdürülebilir bir büyümenin etkin olabilmesi ; bugünkü büyümeye göre nitelikçe farklılaşmasını ve yapısın da niteliksel gelişme ile ilgili bazı değer yargılarına yer vermesini gerektirir. Serbest piyasa ekonomisi,böyle bir niteliksel farklılaşmayı sağlayacak güdülerden yoksundur.Bu nedenle sürdürülebilir kalkınma stratejisi, çevre politikaları ve ekonomi politikaların da devletin yönlendiriciliğini gerektirir.
                                                                    
4.3.NÜFUS VE KENTLEŞME

4.3.1.NÜFUS

Nüfus artışı, bir yandan doğal çevre ve kaynakların hızla bozulmasına neden olurken diğer yandan sürdürülebilir kalkınma da engelleyici unsur olur.Hızlı nüfus artışının ortaya çıkardığı beslenme yetersizliği,açlık,eğitim ve sağlık hizmetlerindeki yetersizlik,yüksek orandaki çocuk ölümleri başlı başına birer  sosyal çevre sorunu oluşturmaktadır.
Kuzey ve güney küredeki nüfus artış hızındaki farklılıklar, varsıllık-yoksulluk çizgisini giderek daha da derinleştirmekte,bunun getirdiği karışıklık ve dalgalanmalar,kalkınmanın sürdürülebilirliğini yalnız ekonomik yönden değil,sosyal ve siyasal yönlerden de tehdit etmektedir.

4.3.2.AİLE PLANLAMASI

Aile planlaması,çevre politikalarının önemli bir unsuru olarak ele alınmalıdır.Ancak aile planlaması; yalnızca doğum kontrol yöntemlerinin yaygınlaştırılması ve eğitim – sağlık hizmetlerinin nitel ve niceliksel standardının  yükseltilmesi olarak görülmemelidir. Bunlardan daha önemlisi olarak,kadının toplumdaki yeri ve statüsünün yükseltilmesi olarak değerlendirilmelidir.Bu konuda demokratik gelişmeler esas alınmalıdır.

4.3.3.KENTLEŞME

Nüfusun yalnızca global olarak artışı değil, belli merkezler de hızla yoğunlaşması demek olan kentleşmenin ; ortaya çıkardığı alt yapı eksiklikleri,hızla artan evsel atıklar,sağlıksız konutlar,doğanın özümseme kapasitesinin aşılması,fiziki ve sosyal çevre sorunlarını daha da ağırlaştırmaktadır.
 Kişiler arasında olduğu gibi coğrafi bölgeler arasında dengeli bir kalkınma politikası,nüfusun belli bölge ve noktalarda yoğunlaşma hızını azaltacak ve çevre üzerindeki baskıların artışını yavaşlatacaktır.




4.4.DOĞAL KAYNAKLAR

Tüm canlılar,su,hava,toprak ve madenler yeryüzünün doğal kaynaklarıdır.İnsanların bilerek veya bilmeyerek diğer yaşam biçimlerine ve kaynaklara zarar vermesi doğal yaşamın dengesini bozmuştur.

Yaşayan türler; insanlara besin,ilaç,yapı ,giyim,kültür- sanat malzemeleri,vb. pek çok çeşit ürün sağlamaktadır.Bu nedenle insanlığın baskısı altındadırlar.

Türlerin yaşamlarını sürdürmeleri; manevi,ahlaki,kültürel,estetik,bilimsel nedenler yanında salt faydacı yönden dahi zorunludur. Zira ;insanlığın iyi bir yaşam sürdürebilmesi ; temiz hava,su,toprak,ve ormanlar gibi doğal kaynakların korunmasını,genetik çeşitliliğin sürdürmesini,tüm ham maddelerin verimli olarak kullanılmasını gerektirir.

Toprak erozyonlarının ve kuraklığın yol açtığı kıtlık,açlık,göç olayları,ozon tabakasının delinmesi ve incelmesinin neden olduğu sağlık sorunları; metropol kentlerdeki trafik ,yaygınlaşan AIDS,yeryüzünün akciğeri sayılan Amazonlar ve benzeri ormanların yok edilmesi,hızla artan dünya nüfusu ve silahlanma harcamaları; dünyanın geleceğine bakışta, karamsarlık yaratmış  ve bu tür olumsuzluklar dünya kamu oyunun büyük çoğunluğunca kabul görmüş ise de, günümüz de pek çok çevre duyarlılığına yönelik  eylemlerinin başlamış  olması umut vericidir.

Doğal kaynakları korumak onları yok etmeden yeniden üremelerine ve kullanımlarına olanak sağlayacak şekilde kullanmak yeryüzünün geleceği için gereklidir.Yenilenmeyen kaynakların sağlanırlığı yakın geleceğin en önemli siyasal gelişmelerinin nedenleri olacak ;bununda ötesinde yeryüzü ekolojik dengesine çok olumsuz etkiler yapacaktır.Bunun son örneği 1991 başında ki Körfez Savaşı’dır.

Büyük sanayi,enerji,bayındırlık vb. projelerin planlama aşamasında Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) çalışması yapılarak, projelerin doğal yaşama etkileri önceden kestirilmelidir.                                                                                                                             
Bu tür değerlendirmeler ; kalkınmayı yavaşlatan ,yatırımcıyı ürküten bir engel değil,yarınımızı koruyan çabalardır.

4.5.ENERJİ

Güvenli,sürdürülebilir bir çevre ve ekonomi ile birlikte sürdürülebilir enerji üretimi,sürdürülebilir bir kalkınmanın önemli bir unsurudur.
“Sürdürülebilir enerji” yaklaşımı,gereksinimimiz olan enerjinin en az finansman,çevresel ve sosyal maliyetle; sürekli olarak teminine olanak sağlayan politika, teknoloji ve uygulamaları kapsamaktadır.

Tüm öngörüler,yakın gelecekte enerji tüketiminin, dolayısıyla fosil yakıtların, tüketiminin  artacağını göstermektedir;bu da atmosfere daha çok karbondioksitin bırakılacağı anlamına gelmektedir.Yapılan hesaplamalara göre;2020 yılında 1985 e oranla % 40-70 daha fazla karbondioksit çevreye salıncaktır.Atmosferdeki karbondioksitin yaratacağı sera etkisiyle yeryüzü sıcaklığı 1,5 - 4,5   oC artacaktır.
Bu tür olumsuzlukları önlemek için ; ilk aşama olarak fosil yakıt tüketimi azaltılmalı,sonraki aşamalarda daha az enerji ile daha iyi bir yaşam sürdürebilmek hedeflenmelidir.

Planlama çalışmaları ve sürdürülebilir Enerji  için
· · Enerjinin etkin kullanımı ve enerji tasarrufu ile Ulusal enerji faturalarını azaltmak
·   Enerji üretimi ve tüketiminin çevrede meydana getirdiği olumsuz etkiler ve
         kirlenmenin en aza indirecek çevre dostu teknolojilerden yararlanma
·   Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının arttırılması ve bu alandaki teknoloji
          yeteneğinin yükseltilmesi
·    Enerji paylaşımı ile ilgili uluslar arası platformlarda, ülke çıkarlarına uygun    
    uzlaşmaları amaçlanmalıdır.

4.6.ÇEVRE SORUNUN ULUSLAR ARASI BOYUTLARI

4.6.1.DÜNYA ÖLÇEĞİNDE SORUN

Kirliliğin ortaya çıktığı yerden ithali yada ihracının ve yarattığı sonuçlara bağlı olarak;yaşam kalitesine,sağlığa,besin üretimine etkileri gibi günlük yaşamı birinci derecede etkileyen olgular; sorunla ilgili gerekli önlemleri almak ve ortak çözümler üretme  düşüncesi; devletleri  uluslar arası organizasyonlar altında bir araya getirmiştir.

Çevre sorunun bütün insanlığın ortak sorunu olduğuna dayalı global yaklaşım ve temel stratejiler; ilk kez BM’nin girişimiyle,1972 de 113 ülkenin katılımı ile toplanan “Stockholm Konferansı”ile ortaya konuldu.”Bir tek dünyamız var” sloganıyla sorunun dünya ölçeğinde ele alınmasının gerekliliği vurgulandı.

Sanayileşmiş ülkelerin çevre politikalarındaki çifte standartları,bu gereğin kavranmasındaki yaygınlık kuşku uyandırıcı niteliktedir. Nitekim bazı batılı sanayileşmiş ülkelerin ; atıklarını yoksul  ülkelere ihraç etmeleri,kendi ormanları üzerine titrerken ,az gelişmiş ülke ormanlarını hiçbir ekolojik kaygı gözetmeksizin tüketmeleri, ”uluslar arası iş bölümü” adı altında “kirli sanayilerini yoksul ülkelere devretmeleri bilinen gerçeklerden bazılarıdır.

4.6.2 ULUSLAR ARASI İŞBİRLİĞİ

Uluslar arası işbirliği başlıca iki nedene dayanmaktadır.

A. Çevre kirliliği sınır tanımaması.
Kirlilik yalnızca doğduğu ülkeyi değil ,komşularını ,aynı kaynağı kullanan diğer ülkeleri de etkilemektedir.Sorunun çözümünün mali yükler getirmesi,karşılıklı teknolojik destek ve bilgi alış veriş gerektirmesi ülkeler arası işbirliğini zorunlu kılmaktadır.

B. Uygulanacak iktisadi ve mali politikaların ortaklaşa saptanması ve eşgüdümün  sağlanması gerekliliği
Ülkeler arasındaki farklı çevre politikaları, özellikle sübvansiyon ve vergi-harçlar gibi birbirine zıt mali enstrümanların eşgüdümsüz ve uyumsuz kullanımları uluslar arası  ticaretin yanlış yönlendirilmesine neden olmaktadır.
Bu gün bu tür sakıncaları ortadan kaldırmak amacıyla;özellikle kuzey ülkeleri ve AB ülkelerarasında geliştirilip kurumsallaştırılan işbirlikleri,ortak çevre politikaları benimsenen”Kirleten Öder”ilkesi;kirletici harç-vergi uygulamasını ve  kirlilik standartlarına uymayı zorunlu kılmaktadır.

4.6.3.KUZE Y-GÜNEY YA DA VARSILLAR- YOKSULLAR BOYUTU

Uluslar  arası ilişkilerin bir başka boyutu Kuzey- Güney,varsıl-yoksul ülkeler ekseninde gelişmektedir.Bu gelişme , yukarda anlatılan nedenlerden farklı olarak, uyum ve ortak yaklaşımdan çok görüşme ve tartışmayı ön plana çıkarmaktadır.Tartışmalar iki noktada odaklaşmaktadır.

Bedelin ödenmesinde adaletli davranma
Dünyadaki kaynakların büyük bir bölümünü sanayileşmiş Kuzey ülkeleri kullanmakta ve bunun sağladığı refahtan da yararlanmaktadırlar.Bu refahın sonucu olan kirliliğin ve onu ortadan kaldırma çabalarıyla, bedelini paylaşmak yoksul Güney tarafından  bir haksızlık olarak görülmekte, çevre koruma  programları maliyetinin  Kuzey tarafından yüklenmesi talep edilmektedir.

Yoksulluk: Çevre sorunun en önemli kaynağı
Yoksulluk,uluslar arası eşit olmayan bölüşüm ilkeleri ve ağır borç yükü ;Güney ülkelerini,kaynaklarını aşırı kullanıma zorlayarak ekolojik ve çevre sorunlarını ağırlaştırmaktadır. Bu sorunlar yalnız ait olduğu ülkeyi değil , bütün dünyayı tehdit etmektedir.
Bu ikilem,sorunun global çözümü için, varsıl ülkelerden yoksul ülkelere varlık transferinin kaçınılmazlığını ortaya koymaktadır. Zira yoksulluk en önemli çevre sorunudur.

5.TÜRKİYE İÇİN ÇEVRE POLİTİKALARI

Ülkemizde uygulanacak çevre politikaları 2.bölümde özetlenen çağdaş yaklaşımlar çerçevesinde oluşturulmalıdır.Doğal olarak diğer ülkelerin çevre politikalarıyla benzerlik olsa da,uygulama planlarında özellikle zamanlamalarda farklılıklar olacaktır.

5.1.ÇEVRE BİLİNCİ KAZANDIRMA EĞİTİMİ

Çevre koruma ancak kamuoyunun bilinçlenmesiyle gerçekleşebilir.Buda yaygın ve uzun erimli eğitim programlarıyla sağlanabilir.Çevre koruma bilinci kazandırma amaçlı eğitim programları üç aşamada gerçekleştirilmelidir.

5.1.1.TEMEL EĞİTİM

Temel Eğitim (İlk Öğretim) Okulları ve öncesi Hazırlama Sınıfları’nda çevreyi korumanın bir temel insanlık değeri olduğu öğretilmelidir.Çevre tanımı,öğeleri,koruma önlemleri çocuklara ders programları içinde verilmelidir.

5.1.2.ORTA EĞİTİM

Kamu ve özel eğitim kurumlarında çevre bilimin tanımı,öğeleri,ilgili diğer bilim dalları ile ortak yönleri,yeryüzünün, ülkemizin,komşu ülkelerin çevre sorunları “Çevrebilim” adlı bir ders kapsamında öğretilmelidir.


5.1.3.HALK EĞİTİMİ

Çevre bilincini arttırmak amacıyla ; Radyo, TV,yazılı basın;ve bil boardlar aracılığıyla halk eğitilmelidir.Bu tür yayınlara, gönüllü çevre kuruluşlarının programları kaynak teşkil etmelidir.Kamu ve özel kurumlar, bu amaçlı programlara destek vermelidir.
Çevre Bakanlığı öncülüğü ve eşgüdümünde ,kamu kurumları ile gönüllü kuruluşların;eş konumdaki uluslar arası kuruluşlarla işbirliği sağlanarak,ülkemiz için genel ve özel koruma projeleri geliştirilip uygulanmalıdır.Bu çalışmaların,görsel ve yazılı basın aracılığı ile duyuruları yapılarak ,geniş  kamu oyu desteği ile etkinlikleri    arttırılmalıdır.

5.2. EKONOMİYLE BİRLEŞTİRİLMİŞ BİR ÇEVRE STRATEJİSİ

Çağdaş çevre stratejilerinin özü ,ekolojik kararlarla ekonomik kararların bütünleştirilmesidir.
Bir stratejinin var olabilmesi için önce hedeflerin belirlenmesi gerekir. Çevre Hangi oranda korunacaktır ? En gelişmiş teknolojilerle ileri ülkeler düzeyinde korumanın sağlanacağı iddiası sorunun yeterince kavranmadığının göstergesidir.Çünkü en yüksek oranda koruma ; ekolojik dengelere ters düşen bütün etkilerin kaldırılmasıdır ki,bunu bugün en gelişmiş ülkeler bile daha düşünememektedir. Sorun bir teknoloji seçimi değil , öncelikle bir kaynak ayırımı sorunudur.
Çevre – kalkınma ilişkisi bu gerçekçi çerçeve içinde ele alınmalıdır.Yalnızca GSMH artışı ile ölçülen iktisadi gelişme hedef olarak görülmemelidir.Daha bir temiz çevre içinde sürdürülebilir bir büyüme ve kalkınmadan yana olunmalıdır.

Bu amaçla ;
·   Çevre maliyetinin topluma dağıtılmasında  “Kirleten Öder” ilkesi esas
        alınmalıdır.Politika araçları bu ilke ile uyumlu olarak kullanılmalıdır.
·   Kirlilik kaynaklarının fiziksel ve kimyasal ölçümleri yapılmalı ,alıcı ortam bazında
        kirlilik değerleri saptanmalı,10 yıllık bir dönem için projeksiyonlar çıkarılmalıdır.
·   Arıtma / temizleme amaçlı yatırım ve tesislerin işletme giderleri ,çevre maliyetinin en 
        büyük bölümünü teşkil eder. Bu nedenle,kirletip sonra temizlemek yerine  daha az 
        kirleten temiz teknolojilerin seçimine yönelmelidir.
Bu kapsamda  yapılacak çalışmalar da aşağıda ki süreçler tamamlanmalıdır

5.2.1.PROJE ÖLÇEĞİNDE ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ ( ÇED)

ÇED ile , özellikle büyük projeler de,yatırımın kaynak ve alıcı ortamda yaratacağı kirlilik belirlenerek,yaratacağı hasarın mali tutarı hesaplanmalıdır.

5.2.2.ÇEVRE ANA PLANLARI (ÇAP) ve ÇEVRE PROGRAMLARI (ÇP)

Herhangi bir kirlilik kaynağı yada alıcı ortamda alınacak önlemler,bir başka bölge yada alıcı ortamda kirliliklere yol açabilmekte dır. Örneğin Haliç’in temizlenmesi Marmara’da kirlilik birikimini artırabilmekte,baca gazlarından kükürdün arıtımı alçılı atık sorunu yaratabilmekte,evsel atıkların yakılması hava kirliliğini artırabilmektedir. Bu ve benzeri nedenlerle çok sayıda arıtma tesisi kurulması yerine farklı atıkları birlikte temizleyen daha az sayıda tesisin kurulması hem teknik,hem de mali açıdan daha verimli olabilmektedir.

Ekonomik ve fiziksel etkinliği sağlamaya yönelik ve çeşitli koruma oranları için seçenekler sunacak tarzda ayrıntılı “ÇAP” yapılmalıdır. “ÇAP” hedeflerine ve seçenek olarak sunulacak koruma oranlarına göre kullanılacak politika araçları (standartlar,kirlilik vergi ve harçları,destekler,vb.) belirlenmeli ve bunların seçenekleri olan “ÇP” oluşturulmalıdır.

5.2.3.ÇEVRE PROGRAMLARI NIN KALKINMA PLANLARI İLE    
         BÜTÜNLEŞTİRİLMESİ

Alternatif “ÇP”nın makro ekonomik etkileri (milli gelir,üretim,yatırım,dış ticaret,fiyat ve maliyet yapısı,vb. üzerinde) değerlendirilmeli,kalkınma planları hedefleri ile uyumlu olma,esas alınmalıdır. Zira  bu anlamda bütünleşme sağlanmadan,kapsamlı bir çevre stratejisine ulaşmak olanaksızdır.

·   Standartlar ve özellikle mali araçların, ana çevre stratejisi çerçevesinde kullanılmasına özen gösterilmelidir. Bu araçların rast gele kullanımı,istenilen etkinliği sağlayamayacağı gibi, kaynak savurganlığına da neden olacaktır. Örneğin ana stratejiye bağlı olmaksızın”Çevre Destekleme Fonu” aracılığı ile uygulanacak destekler, çevre yatırımlarını ve koruma oranlarını ;  teknoloji ve kapasite  seçiminde kar güdüsü ile hareket eden  arıtma tesisi üreticisi / satıcısı firmaların tekeline bırakılmasına neden olacaktır ki buna izin verilmemelidir.
·  Kullanılan politika araçlarının seçiminde uluslar arası ilişkiler göz önünde bulundurulmalı özellikle AB ve Komşu  ülkelerle  uyumlu çevre politikaları uygulanmalıdır.
·   Uluslar arasındaki adaletsiz bölüşüm ilişkileri,ağır borç yükü ve yoksulluk ; fakir ülkelerin kaynaklarını, aşırı kullanmaya zorlamasının doğal sonucu, çevre sorunlarını daha da ağırlaşacağı gerçeğin den hareketle, sanayileşmenin yarattığı refahtan pay alamayanların, kirlenmenin azaltılmasındaki bedeli, zengin ülkelerle aynı yükte paylaşmaması gerektiği, uluslar arası platformlarda ısrarla savunulmalıdır.

5.3.KURUMSAL YAPI İLE İLGİLİ DÜZENLEMELER

·    Çevre korumasında, ülkemizde yaşanan sorunların en önde geleni,bu konudaki yetki karmaşası yani asıl sorumlu ve yetkilinin açıkça belirlenmemiş olmasıdır.Bu nedenle; politika oluşturup uygulayacak ve diğer kurumlarla eşgüdüm sağlayacak yetki ve sorumluluğunun tek sahibi “Çevre Bakanlığı”olmalıdır.
·    Yüksek düzeyde bilgi alışverişi ve görüş oluşturma platformu olarak katkıda bulunmak üzere “Yüksek Çevre Kurulu” kurulmalıdır.
·    Çevre Bakanlığı bünyesinde; hava,toprak ve su kirliliği gibi konularda çalışacak ülke genelinde etkin ve yetkili daire başkanlıkları oluşturulmalıdır.
·    Çevre sorunlarıyla mücadelede taşradan başlanması gereğinden hareketle;sanayi bölgeleri ve su havzaları öncelikli olmak üzere Çevre Bakanlığı’nın taşra örgütleri kurulmalıdır.
·    Bu örgütlenme modelinde diğer bakanlıkların taşra birimleri ve yerel yönetimler yetkileriyle birlikte korunmalıdır.Ancak “Çevre Müdürlükleri” adı geçen kuruluşların çalışmalarını çevre koruması yönünden denetleyip yönlendirmelidir.Bu örgüt sahip olacağı teknik kadro ve donanımlarıyla alıcı ortamları sürekli izleyerek,kirleticileri denetlemelidir. Bu örgütlenme modelinde “Yerel Çevre Kurulları”na  özel bir önem vererek ,yerel halkın çevre korumasına doğrudan katkısı sağlanacaktır.
·    Çevre sorununu;mühendislik,doğa bilimleri,iktisat ve diğer toplumsal bilimler açısından inceleyecek “Çevre Araştırmaları Enstitüsü” kurulmalıdır.
·    DİE içinde çevre istatistiklerini toplayıp,derleyecek ve izleyecek bir birim kurulmalıdır.
·   DPT  İktisadi Planlama Dairesi içinde çevre programlarının kalkınma planlarıyla  bütünleştirmekle görevli bir birim kurulmalıdır.

5.4.DOĞAL KAYNAKLAR

5.4.1.BİTKİ VE HAYVAN VARLIĞI

Türkiye ‘nin coğrafi konumu, iklimi ve topografik özelliği ; pek çok hayvan (120 tür memeli ve 400 tür kuş) ve bitki türünün (9000 tür bitki) yaşamasına olanak vermesi, bir çok dünya ülkesini kıskandıracak ölçüde varsıllığımızın açık bir ölçüsüdür.
Kirliliğin sınır tanımaksızın tüm dünyayı tehdit ettiği günümüzde ; bitki ve hayvan varlığımızı özenle korunmak yarınımız için çok önemlidir.
Tür ve alan koruması çalışmalarında ; gönüllü kuruluşların önderliğinde gençliğin çok etkin olabileceği gözetilerek,uygun yönlendirme , örgütlenme ve organizasyon yapılmalıdır.

5.4.1.1.Tür Koruması

Bitki ve hayvan türlerinin korunmasına yönelik bu çalışmada ; özellikle “Av Turizmi” adı altında bilinçli/bilinçsiz döviz için hayvan varlığımıza yönelik tehdit göz önünde tutulmalıdır. Kirliliğin ,yaban yaşamı yeterince baskı altına aldığı ve türlerin üremelerini sınırladığı günümüzde , avcılıkla yaban yaşamın daha da çok tehlikeye atılmasına izin verilmemelidir.

5.4.1.2.Alan Koruması

Sınırları belirlenen alanlardaki yaban yaşamı tüm doğal öğeleri ile birlikte sürekli olarak korunmalıdır.

Bu anlamda ulusal parklar ve benzeri alanların;
·    İnsanların turizm çalışmalarından,
·    Su kaynaklarının tüketilmesinden / tuzlanmasından,dolayısıyla erozyondan,
·    Tarım ilaçlaması aracılığıyla kirlenmeden
·   Avcılıktan
sürekli olarak korunması sağlanmalıdır.

5.4.2.TARIM TOPRAKLARI

Tarımsal üretimin sürdürülerek gelecek kuşakların beslenme gereksinimlerinin karşılanmasının önde gelen koşulu, tarım topraklarının korunmasıdır.Oysa bugün, ülkemizdeki tarım toprakları; başta erozyon olmak üzere tarım dışı amaçla kullanım, yanlış gübreleme yada ilaçlama gibi nedenlerle hem azalmakta hem de niteliğini yitirmektedir. Bu nedenle erozyonla mücadele başta gelen hedef olmalıdır.

Çarpık sanayileşme ve kentleşmenin tarım topraklarını hızlı yok etmesinin önüne geçebilmek için öncelikle tarım topraklarının haritası hazırlanarak,sanayi yerleşimlerinin ve kara yollarının fiziki planlaması yapılmalıdır. Sanayi kuruluşları, bu plan çerçevesinde niteliksiz topraklara yönlendirilmelidir.Bu planların uygulanmasında devlet yönlendirici ve özendirici, gerektiğinde de cezalandırıcı olmalıdır.


5.4.3.ORMANLAR

Türkiye’nin yüzölçümünün %26 sı orman olup, bunun %44 ü iyi kalitedir. Ormanlar; denetim dışı kesimler,hızlı sanayileşme ve kentleşme, asit yağmurları gibi etkilerle tehlike altın da olup, yeterince hızlı ve sağlıklı olarak kendilerini yeniden üretememektedirler. Bu nedenle ağaçlandırma, ulusal hedeflerin den biri olarak kabul edilmelidir.

Sağlıklı bir çevrede yaşayabilmek için ;
·    Orman kadastro çalışmaları bitirilmelidir.
·    Ormanlar; üretme, dinlenme, enerji, sanayi, erozyon önleme vb. biçimde 
    sınıflandırılarak kullanıma açılmalı yada kapatılmalıdır.
·    Ağaçlandırma, eğitim ve askerlik hizmetlerinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul  
    edilerek ; orman, koru, ve park alanlarının artırılması, sürekli ulusal bir eylem haline   
    getirilmelidir.

  5.4.4.SU KAYNAKLARI

  Ülkemizde su kullanımı hızla artmaktadır. Artan içme ve sanayi suyu tüketiminin, daha sonra yüzeysel kaynaklara kirli su olarak dönmesi özellikle dikkat çekicidir.
·    Hızlı kentleşme,kentlere su sağlanmasını zorlaştırmakta ve yüzeysel   kaynakların
daha çok kullanılmasını zorlamaktadır.
 Suyun stratejik değeri giderek artmaktadır.

·   Su kaynaklarının kirliliği giderek artmaktadır. Su kirliliği açısından kısa dönemde   yapılması gerekenleri aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz.

a) Her türlü planlama ve denetim güvenirliği açısından sağlıklı / sürekli veriler  gereklidir. Bu nedenle DSİ veya TÜBİTAK bünyesinde bir veri bankası kurulmalıdır.
b) Özellikle sanayi tesislerinin yer seçiminde ; su sağlanması kadar, oluşacak atık sanayi sularının etkisinin de ne olacağını kestirmek de çok önemlidir.Her türlü su kaynağının planlamasında sanayi nin bu etkisi çok dikkatle gözetilmelidir.
c) Türkiye sularının kalite haritası hazırlanmalı ve sürekli güncelleştirilmelidir.
d) Sanayi tesislerinin atık sularını arıtmadan alıcı ortamlara geri verilmesi önlenmelidir.

Bu nedenle sanayi kuruluşları ;
·    Kendi atık sularını tekrar kullanmaya
·    İkinci kalite suları süreçlerinde kullanmaya
·    Daha az su tüketen teknolojik süreçlere
Yönlendirilmelidir

e) Başta İstanbul,İzmir,Kocaeli ve Adana olmak üzere sanayi ve evsel atık suların  su kaynaklarına karıştığı yerlerde ; atık sular ön ve biyolojik arıtmaya tabi tutulmalıdır. Arıtılmış suların , sulamada / sanayide kullanımı, farklı fiyat uygulamaları ile önceleri özendirilmeli daha sonra da zorunlu hale getirilmelidir.

5.4.5.MADENLER

Pek çok mineral bir kez işlendikten sonra geri dönülmez bir biçimde doğal yaşam dan silinmektedirler. Böylece rezervler azalmaktadır. Sınırlı rezervlerimizi sürekli işe yarar biçimde tutmanın en iyi yolu başta metaller olmak üzere onları geri kazanarak yeniden işlemektir.

Doğal düzenin daha az bozulması için madenlerin kullanımında aşağıda belirtilen önlemler alınmalıdır.

5.4.5.1.Üretim Aşamasında

·    Açık ocak madenciliğinde,dekupaj malzemesi uygun biçimde depolanıp / yüzeye   serilip doğal yapıya uyum sağlanmalıdır. Bu sahalar olabildiğince ağaçlandırılmalıdır.
·    Yüzdürme, özütleme gibi zenginleştirme işlemlerinden çıkan asitli suların arıtılarak
 kullanılması sağlanmalı, çevreye verilmeleri kesinlikle önlenmelidir.

5.4.5.2.Kullanım Aşamasında

·    Tüm metal ürünlerinin , faydalı ömürleri sonrasında toplanıp yeniden işlenmeleri
sağlanmalıdır.
·    Metal ürünleri yerine çevreyi kirletmeyen yapay maddelerin kullanımı yaygınlaştırılmalıdır.

5.5.ENERJİ

Az gelişmişlikten kurtulma yolunda enerji stratejisinin temel hedefi;gereken enerjiyi,gerektiği zamanda ve yeterli miktarda bulabilmek olmalıdır.
Türkiye’nin toplam ve fert başına enerji tüketiminin,kalkınma ve refah artışına paralel olarak artacak olmasına bağlı olarak,gerekli önlemlerin alınmaması durumunda ciddi çevre sorunları yaşanacaktır.

Çevre kirlenmesine karşı,sektör faaliyetlerinin (aramadan üretime kadar) tüm aşamalarında , çevre faktörü dikkate alınarak,  enerji- ekonomi- çevre üçlüsünün optimizasyonu sağlanmalıdır.

Enerji tüketiminde, israfın ve kayıpların önlenmesinin yanı sıra , birim ekonomik hasıla başına tüketilen enerjinin azaltılmasına yönelik teknolojik yeniliklerin tamamından yararlanılmalıdır.

Bir yandan fosil yakıt tüketiminin artması ,diğer yandan dış alımın artmış olması, kısa ve uzun vade de aşağıda belirtilen önlemlerin alınmasını zorunlu kılmaktadır.

Kısa Dönemde Alınacak Önlemler
·     Enerji dış alımında kaynak ve ülke çeşitlendirilmesine özen gösterilerek ; öncelik doğalgaza verilmeli,petrol ikinci sırada olmalıdır.
·     Linyit kömürü kullanan tüm termik santraller rehabilite edilerek verimlilik   arttırılmalıdır,
·    Tüm termik santrallerin elektro filtreleri en az % 99,5 verimle sürekli çalışabilir hale getirilmelidir. Kül depolama alanlarının üzerleri sürekli toprakla örtülerek, olanaklar ölçüsünde tarıma kazandırılmalıdır.
·    Termik santrallerin  tümüme ,baca gazlarından kükürdü arıtma üniteleri eklenmelidir.
·    Özellikle özel şirketlerin,kooperatif ve kamu kuruluşlarının, 30 MW ‘e kadarki enerji ihtiyaçlarını  karşılamak üzere   Hidro elektrik santrallerini uygun yerlerde kurup işletmeleri teşvik edilmelidir.
·    Büyük şehirlerimizin  kent içi ulaşımlarında toplu taşıma özellikle raylı sitemler yaygınlaştırılmalıdır.  Kentin coğrafi özelliğine bağlı olarak deniz ulaşımından azami ölçüde yararlanılmalıdır. Böylelikle hem enerji tasarrufu sağlanmış hem de çevre daha temiz kalacaktır.
·    Enerji tasarrufu sağlamak amacıyla, sanayi kuruluşlarının özgül enerji tüketimini düşürmeleri; daha düşük tarife ,vergi iadesi, vb. yöntemlerle önceleri teşvik edilmeli daha sonrada zorlanmalıdır.
·    Yerel yönetimler,enerji tasarrufu sağlamak amacıyla; kentin coğrafi ve iklimsel özelliklerine uygun ;mimari,yalıtım,merkezi / bölgesel ve uygun yakıtla  ısıtma gibi ölçütleri yeni teknolojilerle sürekli güncelleştirilmiş tarzda uygulamalıdır.
·    Sanayi kuruluşlarının ürettikleri;Otomotiv,beyaz eşya,aydınlatma armatürleri gibi  enerji   tüketicisi ürünlerinin verimliklerinin arttırılması önceleri özendirmeli sonrada zorlanmalıdır. 

Uzun Dönemde Alınacak Önlemler
Çevreye daha az zarar veren uzun dönem stratejileri özetle ;
·    Enerji yatırım projelerinin seçiminde, ekonomi ve çevreye maliyeti minimize eden,faydayı maksimize eden çözümler gözetilmelidir.
·    Termik santrallerin tamamı
·    Yüksek verimli akışkan yataklı kazanlarla
·    Yüksek verimli elektro filtrelerle
·    Baca gazlarından kükürdü arıtan ünitelerle
·    Daha verimli jeneratörlerle
donatılmalıdır.
·    İletim kayıplarını azaltmak için elektrik enerjisi 700-1200 kw düzeylerinde iletilmelidir.
·    Yolcu ve yük taşımacılığında,  Demir yolu ve deniz yolu özendirilmelidir .
·    Tüm ulusal yatırım projelerinde daha az enerji tüketen teknolojiler seçilmelidir.

5.6.ÇEVRE YASALARI / YÖNETMELİKLERİ VE UYGULAMALARI

5.6.1.YASALAR / YÖNETMELİKLER

Yüzlerce değişik yasanın çevre korumayla ilgili hüküm içermesinin yarattığı yetki karmaşası giderilmelidir. Hepsi doğanın ve çevresine yönelik ” Milli Park ”, ”Özel Çevre Koruma Bölgesi“ gibi kavramların ortaya çıkardığı çelişkiler giderilmelidir.
Özetle 1930 yılından bu güne değin çıkarılan çevre korumayla ilgili mevzuat gözden geçirilerek , bu konudaki karmaşık durum giderilmelidir.
Bu anlamda ;
·         1983 tarihli Çevre Yasası ‘nın emredici hükmü ve niteliğindeki tüm yönetmelikler derhal çıkarılmalıdır.
·         Çıkarılacak yönetmeliklerde ,özellikle denetleyici kurumların görev ve yetkileri açıkça belirtilmelidir.
·         Sanayi kuruluşlarının izin alma ve denetleme yöntemleri basit ve kolay hale getirilmelidir.
·         Gelişen çevre koşulları ve teknolojiye göre standartlar güncelleştirilmelidir.
·         Çevre yasası gereği ,yayınlanmış yönetmeliklerde ; atık standartlarına  göre yapılmış düzenlemeler,dünyadaki uygulamalara koşut olarak alıcı ortamlara göre hazırlanmalıdır.



5.6.2.UYGULAMA

Üniversitelerin katkısıyla sürekli eğitim programlar aracılığıyla , denetimin en önemli öğesi nitelikli personel yetiştirilmelidir.
·         Sanayi projelerinin uygulanması için sunulan ÇED raporlarını tarafsızca inceleyecek ulusal ve bölgesel bilirkişi ekipleri kurulmalıdır.
·         Yerel koşullara ve zamanlamaya bağlı olarak DSİ ,MTA,Üniversite ,Belediye. Sağlık
Bakanlığı vd. kurumların sorumluluğunda  sabit ve hareketli laboratuarlar kurulmalıdır.
·         Gerekli durumlarda ;hakemlik ve ileri analiz görevlerini yapmak üzere Çevre Genel
Müdürlüğü’ne bağlı “Referans Labratuvar”ları kurulmalıdır.
·           Merkezi ve Yerel Yönetimlerin ,ulusal  ve yerel bazda çevresel etki yaratacak    projeleri;    demekrotik katılımcı anlayış ile toplumsal dinamiklerin katılımı  sağlanmadan uygulanmamalıdır.     

5.7.ULUSLAR ARASI  İLİŞKİLER

Türkiye’nin taraf olduğu BM , Avrupa Konseyi , AB , OECD , NATO düzeyinde yapılmış uluslar arası çevre işbirliği çerçevesinde yürütülen çalışmalarda ;Çevre Kirlenmesine karşı alınacak önlemlerin zamanlamaları ve maliyetlerinin karşılanmasında ;kuzey-güney ülkeleri arasındaki önemli görüş farklılıkları vardır.

Türkiye böylesine önemli konularda ;sürekli varsıl kuzey ülkeleri yanında tavır koymaktan kaçınmalıdır. Bu konuda bağımsızlığımızı,ülke çıkarlarını ve dış politikamızın diğer öğelerini  riske sokabilecek  oluşumlara dikkat edilmelidir.

Türkiye çağdaş bir çevre politikası belirleyerek ;çevre sorunlarıyla mücadele de öncülük yapabileceğini inandırmalıdır.

Bu amaçla merkezi Türkiye de olan “Gelişmekte Olan Ülkeler Çevre Birliği” kurulmalıdır.

Türkiye , çevre korumayla ilgili uluslar arası sözleşmelere gecikmeden imza koymalıdır.
Karadeniz’in Çevre sorunlarının çözümünde, kıyı ülkeleri ve tuna ülkeleri ile birlikte hareket edilmelidir.